04 Mart 2008
Banu:
Hani hatırlar mısınız
geçen haftalarda Güneş bize (biz=ben+2 arkadaş daha) bi yemek ısmarladıydı, e
şimdi de benim ısmarlama vaktim geldi, ondan için öğlen yokum, size afiyet
olsun.
Aslan:
Bazı ilişkileri bazı
ilişkilere çokca karıştırmamak gerekmez mi, siz kendi aranızdaki yemeklere
mesela saat 15.00 de gidemez misiniz?
Banu:
Çok iyi düşünmüşün ama
öyle tahmin ediyorum ki, bir de 15:00'de yemeğe çıkmamıza pek sıcak bakmazlar,
hatta izin vermeyebilirler bile. Hem ben onları da seviyorum, arada sırada onlara
da vakit ayırayım diyorum.
Seyahatiniz nasıl
geçti? Herkes mutlu mu? Ekin iyi mi?
Aslan:
Seyahatler iyiydi, Ekin
ancak babaanne evinde huzur buldu, konfor meselesi elbette. Giderek kendine
özgü davranışlar gösteriyor. Ev halkının sağlık sıhhatlerini de iyi gördüm
şükür, fakat İstanbul’da kolay kolay yaşanmaz eğer işyerin evinin alt katında
değilse. Elemanını ve iş arkadaşlarını severken (o nasıl bir duygu ki acaba),
seni kimselerle paylaşmamak isteğimizi de anlayışla karşılayacağını umuyorum.
Banu:
Aaaa, sen gene bana iyi
bir şey dedin, sen beni özlemişin, heyoooo, valla çok haklısın, ben böyle arada
sırada gidiyorum ama sen sakın böle şeyler yapma, hiç doğru bulmuyorum, ayrıca
hoş da değil (Keh!)
06 Mart 2008
Apla:
Banusu bi krem işi
vardı, hayal meyal hatırlıyorum. Ctesi annemle Tunalı’ya inerken konuştuyduk
ama ne kremiydi unuttum. Hatta annem “bana da al” demişti.
Banu:
Göz altı kremi idi,
hatta sen "bunların en iyileri nivea" mı ne dediydin, ya da l'oreal
demiştin galiba, her neyse işte, hem ucuz hem iyi olanından alıp, içten içe bi
boka yaramadığını bilmekle beraber, kendimiz için bişiler yapıyor olma hazzını
duyacaktık. Üstelik o gün ben alacaktım da sen "e ben sana getiririm"
demiştin, aslında sana hatırlatmayıp, sen geldiğinde "e hani" diyerek
seni yıkacaktım ama içim elvermedi, allaan armudu...
Apla:
Güzelim, ben çocuğunun
diplomasını kaybetmiş bir anneyim, senin kremini unutmuşum çok mu?
06 Mart 2008
Melek
esas olarak ablamların arkadaşı ama kayak tatillerindeki birlikteliğimizden
bizim de bi samimiyetimiz oluştu.
Banu:
Melek, duydum ki
Lost'un cd'lerini alıp hatmetmekteymişin. Nasıl buldun? Ben 1. ve 2. sezonu
heyecanla izledikten sonra, 3'te biraz sıkıldıydım, hatta arada 2-3 tane
izlemediğim bile olmuştu, şimdi 4'e başladık bakalım, n'olcaksa. Bu dizinin 8
sezon olarak planlandığını biliyor muydun? Bunlar bizi gömer valla.
Melek:
Lost'u aldım ve sen
dahil bana Lost'u övenler aranızda 98 YTL toplayıp bana vermek zorundasınız.
Seyrederken ablan horlamaya, Selami esnemeye başladı. Ben para verdiğim için
izliyorum. 10 bölümü seyrettim, sonra söylemesi ayıp Sarıkamış'a gittim. Şimdi
elimde üç cd var. Onları param boşa gitmesin diye izleyeceğim. Sonrasını
bilemem ama bana olan borcun sana ait kısmını ödemelisin. Çok öptüm. Melek
Banu:
E tamam, öderiz, ne
baarıyon ki?
Ben bunu sana övdüğümü
hiç hatırlamamakla beraber (çünkü kendi beğendiğim dizileri birilerine övüp
"mutlaka seyretmelisin" olaylarına hiç girmem ki ben, kaldı ki Lost'u
o kadar sevmemiştim de) öyle esneyip horlayacak kadar da değil yani, en azından
ilk bölümler insanda ciddi merak uyandırıyor, benim de çok bi düşkünlüğüm yok ama
başladık bi kere, mecbur bitirecez. Ben Yüzüklerin Efendisi'ni bile hiç
beğenmediğim halde birincisini seyrettiğim için mecburen diğer 2 filmine de
gittiydim. Bu durum, iş yerinde birileri ortak milli piyango bileti alırken,
normalde hiç almadığım halde, "ya onlara çıkar da bunun dışında
kalırsam" diye onlara katılmama sebep olan psikolojiye denk bir durum,
yani ya çok ilginç ya da güzel bişi olur da kaçırırsam, durumu.
Asıl senin ne hoşuna
gidebilir biliyor musun? Dr. House. Katiyen "mutlaka izlemelisin"
demiyorum, sadece "hoşuna gidebilir" diyorum bak, sonra "paramı
ver" falan deme.
Lost'tan borcum nedir?
Veriyim de kurtulayım bari.
Ben de öptüm
07 Mart 2008
Banu:
N'aber tatlım, iyi
misin? Arada haberlerini Ege'den alıyorum, onunla sıkı bir muhabbet içindesiniz
anladığım kadarıyla. Diploma olayına pek üzüldük, itiraf etmeliyim ki ben bi ara
biraz da güldüm, ay ama çok komik geldi, yani bi insan (ya da iki) çocuğunun
diplomasını nasıl kaybeder yaaaa, neyse büyük konuşmayayım, insanlar bazen bazı
şeyleri unutabilirler, yani bizde de Deniz'in Ege'yi 2 kere sağda solda
unutmuşluğu vardır, tabi Allahtan tamamen kaybetmedi çocuğu ama demek ki
olabiliyor böyle şeyler. Aman neyse, Selami halletmiş ya, sen ona bak.
Çok öptüm
Begüm:
Banu cuğum gayet iyiim.
Nasıl haklısın bilemessin, hani bende, diploman yok ortalıkta dediklerinde,
bende güldüm çünkü genelde ben böyle şeyler yaparım, ayledenmiş. Fena stress
altındaydım, karar vermişim Bogaziçine girmeyi, babam “bu şans herhalde yok
oldu” demesi beni... hani mahvetti demiğimde başka bi kelime bulamıyorum şimdi.
Aslında diplomayı kaybetmeleri pek umurumda değildi, sadece o şansın birden
bire kaybolması şok yaptı.
Ummm evet Ege'yle konuşmamız
genelde: Oyunumu yolladınmı---Daha değil pardon, demekle geçiyor… Kesinlikle çok
hoş bi muhabbet.
Neyse çok öpüyorum.
Banu:
Ah evet, oyun olayından
haberim var ama Ege bana "Begüm'e sana söylediğimi söyleme" dedi,
yani kim kimden ne saklıyor anlamış değilim. Bir de bana "ben istemedim,
kendi almış" dedi, artık ne kadar doğru bilmeyeceğim, aman neyse bana ne,
n'aparsanız yapın...
Begüm:
Yok doğru. Bana
"AL!" demedi (deseydi almazdim). Ne komik oğlan ama, neyden korkuyor
acaba? Neyse dersim başlıcak. Öptüm.
Banu:
Biliyor musun, Cuma
günü kızın biri başından aşağıya su boşalttı diye kızın boğazına sarılmış,
vallahi beynim döndü, hani tamam, sana bir şey yaparlarsa karşılık ver ama
biraz denk bir karşılık olsun di mi, su boşalttı diye boğazına sarılmak neyin
nesi yahu? E ama tabi biz hep onun boğazına sarılıyoruz ya, çocuk da ne yapsın,
aileden ne görürse onu yapıyor, töbe töbeeee...
Begüm:
Öldürmek için değildi
yani... İlginç. Yani Ege bu, ama yinede ilginç. Aşıkmı ne?
07 Mart 2008
Banu:
Ahsen'ciğim, nasılsın,
n'apıyorsun? Epeydir sesin soluğun çıkmıyor, herşey yolunda di mi? Çocuklar
nasıl? Hiç Ankara'ya yolun düşmüyor mu? Bizim İstanbul'a yolumuz düşmüyor
valla, gelsen de görüşsek.
Biz iyiyiz, idare
ediyoruz. Deniz de iyi Ege de. Ege her zamanki gibi laylaylom turist gibi gidip
geliyor okula. Şu SBS midir nedir her ne boksa, bu sene sonunda Ege o sınava
girecek. Ben bu sınavdan pek iyi bir puan beklemiyorum, yani çok umutlu değilim
ama ne yalan söyleyeyim çok umurumda da değil, yani bir de dersaneye yollayıp
çocuğu serseme çevirmek istemiyoruz, inatla yollamıyoruz dersaneye, du bakali
ne olacak, valla sizin böyle dertleriniz yok ya, çok şanslısınız.
Annem dayımdan sonra
yeni yeni sokağa çıkmaya başladı, daha iyice. Dayımın evini de bir güzel
yaptırdılar, şimdi de satılığa çıkardılar.
İşte böle. Seni ve
çocukları çok öpüyorum. Sen de bana yaz.
Ahsen:
Ben de dedim ki acaba
bu kızcağız beni unuttu mu? Neyse sitem değil ama biraz inziva gibi oldum ben
neden bilmiyorum, neyse. Ankara’ya açıkcası geliyorum, sizin oradan geçerken size el de sallıyorum
ama sadece günü birlik. Bu yüzden akşam geçerken el salıyorum. 23-30 Mart arası
oradayız. Bu arada, annemin doğum gününde böyle İstanbul’daki gibi bir şey
yapsak da halamlar, siz, Oya ablalar falan beraber bir kahvaltı etsek derim, ne
dersin? Bunun dışında, bana telefonunu yaz çünkü çantam çalındı, bu yüzden her
şey gitti. Kedi ezdin abla, dediler ay vah vah tüh tüh derken öbür kapıyı açan
kişi çantamı aldı. Neyse, en güzeli ama komiserdi, ne kömik değil mi
hanımefendi, dedi. İşte böyle. Çocuklarım da Turist Ömer şeklinde okula gidip
geliyor, Mara sınıfta kalma tehlikesi bile yaşıyor bakalım ne yapacağız. İşte
böyle. Fazla bir değişiklik yok bizde de.
Kendinize iyi bakın, Deniz
ve Ege’ye selam.
Banu:
He valla, ben de aynen
öyle, inziva gibi bişi oldum, canım kimseyi aramak sormak, kimseyle konuşmak istemiyor.
Beril'i bile 1 aydır görmüyorum, düşün yani. Mevsim dönümünden herhalde (keh!)
Kahvaltı olayı tam
süper olur, burada havalar da o kadar güzel gidiyor ki, bahçede bile
oturulabilir. Organizasyon yaparken ablamları unutma.
Hırsızlık olayı ne kötü
olmuş yahu, sinir bozucu, umarım çantanda fazla nakit falan yokmuştur, gerçi
kredi kartları ve kimliklerin gitmesi daha sinir bozucu bir durum, ayayayay,
çok geçmiş olsun. Polise de ayrıca çok güldüm.
Mara için üzülme, kimse
onu sınıfta bırakamaz, o kendisi kalır. Yani eğer sahiden böyle bir şey olursa
bil ki kendisi bunu istemiş ve bu amaca yönelik gerekeni yapmıştır. Cin gibi
benim kızım, onun zekası fazla geliyor, senin bu kızla işin var. Ricom kuzu
gibi di mi, canım benim yaaa, bak niyeyse 2 çocuk oldu mu hep aynı şeyi
gözlüyorum. Bütün özellikleri birbirine zıt oluyor (bence taaaa yetişkinliğe
kadar), biri yemek yiyorsa öbürü yemiyor, biri güneşi seviyorsa öbürü yağmuru
seviyor, biri çalışkansa öbürü tembel oluyor. Şimdi diyecen ki "seninkinin
mazereti ne?", onu bilmiyorum, tek çocuk teoremimi henüz geliştirmedim,
onun tembelliğinin de bi sebebini bulacam elbet.
Çok öptüm.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder