10 Mayıs 2016 Salı

Bir Deniz Klasiği, Hitchcock, İyi Dayı, Öğlen

26 Mart 2007

Bir Deniz Klasiği…

Banu:
Dün gece 11 civarında yattım. Ege de yatmıştı ama biraz sonra hayal meyal bunun sesini duydum, uyuyamamış, babasına "yanıma yatar mısın" diyor, Deniz bunun yanına yattı fakat
bunlar birlikte yatınca bır bır konuşup dururlar, Deniz de ben rahatsız olmayım diye (kibar ya, ancak bi de balık hafızası olayı var kiiii...) bizim yatak odasının kapısını çekip gitti. Bunların arkasından ben, derin ve huzurlu bir uykunun kollarındaykene, nasıl bir gürültüyle yerimden zıpladığımı size anlatamam. "Tamam" dedim, "buraya kadarmış, eşedü eşedü...", meğer deprem değil kocammış. Kalbim güpgüpgüp diye atıyor ama gene de tam ayılamadım, Deniz'in "tamam, yok....benim...kapı...açık değilmiş....ah....kafam..." lafları arasında, ben gene uyudum. Sabah da bana "dün gece kapıya ne biçim geçtim ama" demez mi, gece de gülemediydim ya, vallayi hala gülüyorum, kendime gelemedim. 

26 Mart 2007

Aslan millete Ekin’in fotoğrafını yollamış ama beni unutmuş.

Banu:
Sevgili Aslan, anladığım kadarıyla arkadaşlara bir resim yollanmış ama ancak heyhat ki bana yollanmamış??? N'oluyoruz bayım? Yolladıklarının bi kısmı bizim gruptan bile değil, yani yedi düvele yollamışın ama BEN??? Ben bostan korkuluğuyum tabi. Çok ayıp bu yaptığın, bana bunu mu reva görüyorsun?

Aslan:
Aaah niyet ne idi, sonuç ne oldu bak. Aslında ana düşünce resmi buraya (Şirket adresine), kendime de göndermek ve buradan grup üyelerine göndermek idi ama heyhat, bir kendini unutuş hali, ne facialara neden oluyor. Şöyle bir anılarımı karıştırayım bakalım, Carl Gustav Jung amca ne diyordu? ”…an gelir, kurbanlar, uzun süre hedef oldukları olguların gerçekleştireni haline gelirler ve olaylara karşı pencereden bakmaya başlarlar, fark edilmez yavaşlıkta işleyen bu süreç sonunda, artık onlar “av” iken “avcı” olmuşlardır.”
Şimdi sana senin yerin ayrı desem, hayır bana böyle iyi davranma diyeceksin. Sana bari bebeğin resmini değil canlısını getireyim de barış olsun.

Banu:
Ben bilmem karşı pencere falan, bi arka pencere vardı, James Steward ile Grace Kelly'nin oynadığı, ay ne güzel filmdir o yaa. Hitchcock'un her filminde 2-3 saniye göründüğünü biliyor muydun? Bi de mükemmel cinayeti anlatan bir filmi vardır hani çatlak çocuğun biri birini öldürür de sandığın içine koyar, herkese de o sandığın üstünde yemek daveti verir ama hocası (gene James Steward) olayı çözer, bu film de 12'şer dakikalık 6 planda çekilmiştir, bunu biliyor muydun? Yani filmlerde genellikle planlar hızlı değişir, örn. 2 kişi arasındaki bir dialogda bile bi birini gösterir bi birini, yani montaj vardır, bu filmde bi çekmeye başlıyor, 12 dakika kesintisiz çekiyor, tiyatro gibi, sinema tekniği açısından çok zor olduğunu tahmin ediyorum, işte böyle, ilgimi çekmişti de.

Ne diyorduk?

27 Mart 2007

Banu:
Sayın apla, bugün iyi dayının doğma günü, demin aradım, genellikle konuşmayı kısa keser biliyosun, bu sefer susmak bilmedi, konuşası gelmiş çocuun, sen de ararsan konuşmayı biraz uzat, ihtiyacı var herhalde.

Banu: (Yukarıdaki mesajı Selami’ye yolluyorum)
Selamisi, ablama bu mesajı 3 saat önce yolladım, açmadı, sanırsam ki yerinde yok, akşama kadar da gelmezse bu mesajı okuyamaz, dayımın doğumgününü kendi kendine hatırlama olasılığı da Deniz'in 2 işi bi arada yapma olasılığından daha düşük diye düşünüyorum, sen bi hatırlatıver diyeceğdim.

27 Mart 2007

Deniz bana Can Dündar’ın “Başarı bir verişmiş; bir şeyi alabilmek için bir şeyi vermek, diğerlerinden vazgeçmek gerekiyormuş” anafikirli bir yazısını yollamış.

Banu:
E ama bu yazı ekonomi, politika, sosyoloji veya yerel yönetimlerle ilgili değil, hatta yakınından bile geçmiyor, nassı yani? Neden böle bişi yolladın? Bak alışık değilim, işkilleniyorum, sadece de bana yollamışın, yoksa beni aldatıyor musun?

Bunu Ege'ye yolladın mı?

Deniz:
Hayır Ege'ye yollamadım. Sen yollasana, bence de iyi olur. Bi de dalga geçme. Ben tek boyutlu bir insan mıyım? Ne biçim konuşuyorsun? Yazı güzel ama di mi?

Banu:
Daldan dala atlar yar osmana yandım...

30 Mart 2007

Barış Şirket’in diğer ofisinde çalışmaya başladı. Lokasyon olarak da şehrin öbür ucunda. Bazen bizle yemek yemek için öğlenleri ana ofise geliyor. O gün Şirket içinde olup olmadığını soruyorum…

Banu:
Burada değilsin di mi? Kart girişin görünmüyor ama emin olamadım, sen bi garipsin ya. Öğlene burada olacak mısın? Yoksa bütün gün mü yoksun?

Aslan:
Yüce kattan birine nasıl hitaptır bu, tez tarafından tövbe istiğfar et (ama istifra degil, batar her yan), o bizi Madrit'e çağıracak.

Banu:
Bişi demedim ayol, sonra geçen seferki gibi geçişmeyelim diye önlem alıyorum. Bak bi de senle ugraşmayım, zaten Necla (Şirketteki program yöneticilerinden biri, işle ilgili kapışmıştık) "saçımı başımı yolmaya" gelecekmiş, töbe töbe, "buyursun, biz evdeyiz" dedim. Bakalım kim kimi yolacak...

Aslan:
Yoo, it is not so long. Ben varken sana kimse eziyet edemez, imd... demen yeterlidir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder