10 Mart 2008
“Diploma,
apolet, unvan, uzmanlık falan filan hiçbiri önemli değil. Hayatta başarı için
gerekli olan basit ve sağlam bir mantıktır” diye bir hikaye. Özet olarak şöyle:
Harvard Üniversitesi
rektörü NewYork'taki mezunlar derneğine gidiyor. Girişte şapkasını, paltosunu falan vestiyerdeki zenci görevli alıyor ancak fiş vermiyor. Çıkışta zenci eşyalarını uzatıyor, Rektör “Bunların benim olduğunu nereden biliyorsunuz?” diyor, adamın cevabı “Bilmiyorum ama onları bana siz vermiştiniz!” oluyor.
rektörü NewYork'taki mezunlar derneğine gidiyor. Girişte şapkasını, paltosunu falan vestiyerdeki zenci görevli alıyor ancak fiş vermiyor. Çıkışta zenci eşyalarını uzatıyor, Rektör “Bunların benim olduğunu nereden biliyorsunuz?” diyor, adamın cevabı “Bilmiyorum ama onları bana siz vermiştiniz!” oluyor.
Aslan:
Ne felaket bir öykü
değil mi, mantıksızlığına mı yanarsın yoksa ırkçılığına mı, “vestiyerde duran
adam” denseydi ne olurdu sanki, ya da neden “Harward üniversitesinin beyaz
rektörü bir gün New Yorka gitti” olmuyor.. Adamımız Obombo’dur, görecekler
günlerini, hatta ilk kötü espriyi bizim basından önce ben yapayım bari… “Yeni
Bir Dönem: Beyaz Saraya Siyah Başkan”... Şimdiden utandım böyle yazdığım için.
Diğer yandan sayın
başkan (Deniz’i kastediyor)
hayallerimizi hafifçe yıkmıştır, durgun suda uzaklaşan bir bakanlık,
müşteşarlık, belediye başkanlığı duygusuna girdik. Sen de kendine bu amaçla
alıyorsan o kadar çok elbise, alma, yok keyfim için, bir gün Paris gecelerinde
gerekir diyorsan, o zaman kendini kısıtlama…
Banu:
Ne kadar elbise
aldığımı nereden biliyorsun? Ben bunları Serap ile konuşurken sen Deniz'le
başka muhabbetteydin, (Dün gece
Melihlerle birlikte Aslanlardaydık) ama baktın iş sarpasarıyor, alışveriş
muhabbeti bile sana daha sıcak geldiyse bilemeyeceğim tabi. Ya da iki kulağını
(Aslında olması gerektiği gibi) aynı anda iki kişiyi dinlemek için
kullanabiliyorsun, bravo... Ayrıca, sen benim Deniz'e güvenip bir şey yaptığımı
nerde gördün, tabi ki "keyfim için, bir gün Paris gecelerinde gerekir"
diye alıyorum kıyafetleri.
Aslan:
Yok canım nerde o
casusi yetenek; sen, çıktım çarşıya, Beymen, Vakko demedim kendime bir sürü
ciciler aldım dediğin için öyle yazdım.
Banu:
Aaa evet doğru, sana
öyle yazdığımı hatırladım şimdi, yalnız bu durum seni de endişelendirmiyor mu,
yani benim kız arkadaşım gibi oldun, herşeyi anlatıyorum sana, hatta kız
arkadaşlarıma söylemediğim şeyleri bile sana söylediğim oluyor.
Aslan:
Ben yakın arkadaşlığımıza
vermiştim hep, bir de zekiyiz ya seçkinler ordusu gibi, fakat dediğin konu üzerinde
de düşünsem iyi olacak galiba, bu arada kız arkadaşlarını da bir gözden geçir
istersen.
11 Mart 2008
Banu:
Aşağı kattaki arkadaşın
sana iletmem için bi sigorta poliçesi daha getirdi, n'oluyoz, kaç evin kaç araban
var anlamadım ki, sigorta ettire ettire bitiremedin...
Barış:
Motor.
Banu:
SENSİN!
Barış:
Kızım manyak mısın? Sigorta
motorun demek istedim yuh.
Banu:
Hadi be! Cüddü müsün?
Sensin manyak, herhalde öbür türlüsünü ciddiden düşünmüş olamam di mi? Sana
yuh!
18 Mart 2008
Bi
arkadaşım bana “seni merak ediyorum, iyi misin” diye bi mesaj atmış.
Banu:
Bu aralar daha
iyiceyim, aslında bayağı iyiyim, ancak bu sefer de tembel ve aylak oğlumu
zaptırapta almam gerektiğinden her akşam bi ders çalışma seansımız oluyor,
durumu ciddiden hiç parlak değil, yani aylaklıktan, yoksa kafa herşeye
çalışıyor, geçen gün gene felsefesi gelmiş, yok beynimiz mi bizi
yönlendiriyormuş biz mi beynimizi? Beynimize yaptıklarını yapmasını söyleyen
neymiş? Bir başka beyin daha mı varmış, o nerdeymiş? (ben her duyarlı ve ilgili
anne gibi “oğlum…git kızlarla ilgilen” dedim). Dün de bana yarım saat din
üzerine discourt çekti. Ama iş derse gelince “Ha? Ne? ders mi? O ne? Yenir mi?”
modundayız. Yani başımız dertte şekerim. Okulda bi SBS deneme sınavı yaptılar,
18 matematik sorusundan 9 tanesini yapmış, bunun da 6'sı yanlış, yani
"1" net çıkarmış. Bana hafiften bi bayılma hissi geldi. Artık hergün
o günkü derslerine bakıyoruz, tekrarlarını yapıyoruz, ödevlerini tamamlıyor,
sonra da en az 1 saat matematik çalışıyoruz. Özellikle işaret hatalarını çok
yapıyor ya bu, bol işlemli alıştırmalar buluyorum (ya çözümlü ya da cevap
anahtarı olan, yoksa ben de bilmiyorum ki), ikimiz birden yapmaya başlıyoruz,
sonra bakıyoruz ikimiz farklı sonuçlar bulmuşuz ve ikimizin de bulduğu sonuçlar
şıklarda yok. Bi da, bi da baka baka hatayı nerde yaptığımızı buluyoruz (ben
ona hem kendi hatasını hem benimkini bulduruyorum), çok eğleniyor. Hele onun
gibi hatalar yaparsam (örn. üst satırdan alt satıra geçerken bi
"-"nin niyeyse "+" oluvermesi gibi), keyiften çatlıyor.
Şimdilik iyiyiz, bakalım ne zaman sıkılacam.
Şimdi bütün bu
çalışmalar sonucunda onun enerjisinde hiç bir eksilme olmazken, ben ters
düşüyorum. Bu haftayı da geçirelim önümüzdeki hafta bir akşam, büyük ihtimalle
perşembe günü (çünkü salı Sosyal, çarşamba Türkçe sınavım var) sana
uğrayabilirim, sanırım ve de umarım.
13 Mart 2008
Banu:
Arkadaşlar, ben gene
öğlen yemeğe davet edildim. Görünen o ki, siz başbaşa romantik bir yemek
yiyeceksiniz... Afiyet olsun
Barış:
Sen kimle yiycen ki?
Banu:
Biriyle...
Barış:
He ya banane gerçekten.
Afiyet olsun.
Banu:
Allaallaaa, ne oldu
birden ciddileştin, dalga geçiyorum yahu, kiminle olacak, Güneş ve 2 arkadaşla...
Barış:
Bak beni gene
dellendirdin. Hani "1iyle"ydi. Burda "1iyle" değil
"1ileriyle" oldu. Başta böyle yazsan meraklanmazdım.
Banu:
Hımmm, evet, öyle
olmuş...
Şöle söllim, eğer
"biriyle" yemek yiyorsam ya Belgin'dir ya Gülfem, pek istisnası olmaz,
tabi benim gönlümden George Clooney de geçiyor ama onun işi çok. Tamam mı?
Ajdaanım, gerginsiniz
bugün???
Barış:
Tamam tamam ben zaten
tüm sorularımdan vaz geçmiştim. Keşke benim de beraber yemek yiyebileceğim
birileri olsa... ahhhh..ah
Banu:
Yav bak olm, ben ne
diyorum sana, burayı zorla, bi teklif falan gelirse hemen reddetme, tamam
burası da bela bi yer ama biz varız, hem müdür olup öğlenleri yemeklerini hala
arkadaşlarıyla yiyen ilk kişi olarak şanın yürür...
02 Nisan 2008
Barış:
Ne yiyos?
Banu:
Hay Allah cezanı versin
e mi? La olm ben bugün yemeği oğlanlarla (gelirsen, senle de) yicem ama sonra
hemen sizden ayrılıp bi arkadaşla kahve içcem, yani vallayi gözünü çıkarıyosun,
bu kadar da olmaz ki canım...
Barış:
Biraz hasta gibiyim o yüzden
ise gitmedim. Amma evde yiyecek 1 şey de yok. Bari gelip orda yiyim, hem de şu
evrakları veriyim diye düşündüm.
Banu:
Aman iyi tamam, kıyamam
şimdi bi de hastaymışın, iyi tamam, gel de ye yemeğini, bugün de böle olsun
bakalım.
Oğlanlara
bilgi veriyorum.
Banu:
Öğlen Barış geliyor,
metal ve cam aksamı alırken hesaba katın (Öğlenleri
herkes yemeğini alır, çatal bıçakları biri, bardakları biri, ekmekleri biri
toplar getirir, ben asla bir şey almam). Melih’i bilmiyorum, o artık bizi
sevmiyo, yeni arkadaşlar edindi, pabucumuzu dama attı, bir gaflet ve delalet
içinde. Tamam, arada sırada ben de ihanet ediyorum ama benimki sayılmaz, her ne
kadar yanınızda dura dura yakında bıyıklarım çıkmaya başlayacaksa da aranızdaki
tek kız çocuğu olaraktan beni her zaman hoşgörecek, koruyup kollayacaksınız,
ama ya O? Sorarım size onun mazereti ne?
Aslan:
Değerli insanlar, derin
kardeşler,
Her ne kadar üstadın (Melih’i kastediyor) feyzinden,
ilgisinden, güzel sohbetinden zaman zaman öğle zamanları yoksun kalsak da, o
öyle bir ateşten kalptir ki, sıcaklığı kilometre ve saatlerle ölçülemez. Çark
döner, turunu tamamlar, izlenemez bir hızla madde enerjiye döner. Sadece derin
bilgisi ve samimiyeti değil, üstadın tanık olduğum bazı mucizeleri de benim
böyle düşünmemi gerektiriyor. Elbette öğlen mutlu ailemizi tam görmek bizim
kadar onun da dileğidir ama demek ki şartlar şu anda böyle gerektiriyor.
İnanıyorum ki, güzel günler göreceğiz kardeşler…
Ümitkar Aslan
Banu:
Formül hala
tamamlanmadı galiba... (Aslan’la Melih
bize çok para kazandıracak(!) bi formül üzerinde çalışıyorlar)
Aslan:
Sır yolculuktadır,
varılan yerde değil.
Banu:
Yolculuğun en güzel
yanı da yolda olmaktır, ancak bir rivayete göre de yolu bilmek o yolda
ilerlemeye yetmez.
Bi de Adana’nın yolları
vardı, taşlı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder