21 Mayıs 2016 Cumartesi

Irkçı Hikaye, Motor, Aylak Ege, Yemek, Formül

10 Mart 2008

“Diploma, apolet, unvan, uzmanlık falan filan hiçbiri önemli değil. Hayatta başarı için gerekli olan basit ve sağlam bir mantıktır” diye bir hikaye. Özet olarak şöyle: Harvard Üniversitesi
rektörü NewYork'taki mezunlar derneğine gidiyor. Girişte şapkasını, paltosunu falan vestiyerdeki zenci görevli alıyor ancak fiş vermiyor. Çıkışta zenci eşyalarını uzatıyor, Rektör “Bunların benim olduğunu nereden biliyorsunuz?” diyor, adamın cevabı “Bilmiyorum ama onları bana siz vermiştiniz!” oluyor.

Aslan:
Ne felaket bir öykü değil mi, mantıksızlığına mı yanarsın yoksa ırkçılığına mı, “vestiyerde duran adam” denseydi ne olurdu sanki, ya da neden “Harward üniversitesinin beyaz rektörü bir gün New Yorka gitti” olmuyor.. Adamımız Obombo’dur, görecekler günlerini, hatta ilk kötü espriyi bizim basından önce ben yapayım bari… “Yeni Bir Dönem: Beyaz Saraya Siyah Başkan”... Şimdiden utandım böyle yazdığım için.
Diğer yandan sayın başkan (Deniz’i kastediyor) hayallerimizi hafifçe yıkmıştır, durgun suda uzaklaşan bir bakanlık, müşteşarlık, belediye başkanlığı duygusuna girdik. Sen de kendine bu amaçla alıyorsan o kadar çok elbise, alma, yok keyfim için, bir gün Paris gecelerinde gerekir diyorsan, o zaman kendini kısıtlama…

Banu:
Ne kadar elbise aldığımı nereden biliyorsun? Ben bunları Serap ile konuşurken sen Deniz'le başka muhabbetteydin, (Dün gece Melihlerle birlikte Aslanlardaydık) ama baktın iş sarpasarıyor, alışveriş muhabbeti bile sana daha sıcak geldiyse bilemeyeceğim tabi. Ya da iki kulağını (Aslında olması gerektiği gibi) aynı anda iki kişiyi dinlemek için kullanabiliyorsun, bravo... Ayrıca, sen benim Deniz'e güvenip bir şey yaptığımı nerde gördün, tabi ki "keyfim için, bir gün Paris gecelerinde gerekir" diye alıyorum kıyafetleri.

Aslan:
Yok canım nerde o casusi yetenek; sen, çıktım çarşıya, Beymen, Vakko demedim kendime bir sürü ciciler aldım dediğin için öyle yazdım.

Banu:
Aaa evet doğru, sana öyle yazdığımı hatırladım şimdi, yalnız bu durum seni de endişelendirmiyor mu, yani benim kız arkadaşım gibi oldun, herşeyi anlatıyorum sana, hatta kız arkadaşlarıma söylemediğim şeyleri bile sana söylediğim oluyor.

Aslan:
Ben yakın arkadaşlığımıza vermiştim hep, bir de zekiyiz ya seçkinler ordusu gibi, fakat dediğin konu üzerinde de düşünsem iyi olacak galiba, bu arada kız arkadaşlarını da bir gözden geçir istersen.

11 Mart 2008

Banu:
Aşağı kattaki arkadaşın sana iletmem için bi sigorta poliçesi daha getirdi, n'oluyoz, kaç evin kaç araban var anlamadım ki, sigorta ettire ettire bitiremedin...

Barış:
Motor.

Banu:
SENSİN!

Barış:
Kızım manyak mısın? Sigorta motorun demek istedim yuh.

Banu:
Hadi be! Cüddü müsün? Sensin manyak, herhalde öbür türlüsünü ciddiden düşünmüş olamam di mi? Sana yuh!

18 Mart 2008

Bi arkadaşım bana “seni merak ediyorum, iyi misin” diye bi mesaj atmış.

Banu:
Bu aralar daha iyiceyim, aslında bayağı iyiyim, ancak bu sefer de tembel ve aylak oğlumu zaptırapta almam gerektiğinden her akşam bi ders çalışma seansımız oluyor, durumu ciddiden hiç parlak değil, yani aylaklıktan, yoksa kafa herşeye çalışıyor, geçen gün gene felsefesi gelmiş, yok beynimiz mi bizi yönlendiriyormuş biz mi beynimizi? Beynimize yaptıklarını yapmasını söyleyen neymiş? Bir başka beyin daha mı varmış, o nerdeymiş? (ben her duyarlı ve ilgili anne gibi “oğlum…git kızlarla ilgilen” dedim). Dün de bana yarım saat din üzerine discourt çekti. Ama iş derse gelince “Ha? Ne? ders mi? O ne? Yenir mi?” modundayız. Yani başımız dertte şekerim. Okulda bi SBS deneme sınavı yaptılar, 18 matematik sorusundan 9 tanesini yapmış, bunun da 6'sı yanlış, yani "1" net çıkarmış. Bana hafiften bi bayılma hissi geldi. Artık hergün o günkü derslerine bakıyoruz, tekrarlarını yapıyoruz, ödevlerini tamamlıyor, sonra da en az 1 saat matematik çalışıyoruz. Özellikle işaret hatalarını çok yapıyor ya bu, bol işlemli alıştırmalar buluyorum (ya çözümlü ya da cevap anahtarı olan, yoksa ben de bilmiyorum ki), ikimiz birden yapmaya başlıyoruz, sonra bakıyoruz ikimiz farklı sonuçlar bulmuşuz ve ikimizin de bulduğu sonuçlar şıklarda yok. Bi da, bi da baka baka hatayı nerde yaptığımızı buluyoruz (ben ona hem kendi hatasını hem benimkini bulduruyorum), çok eğleniyor. Hele onun gibi hatalar yaparsam (örn. üst satırdan alt satıra geçerken bi "-"nin niyeyse "+" oluvermesi gibi), keyiften çatlıyor. Şimdilik iyiyiz, bakalım ne zaman sıkılacam.

Şimdi bütün bu çalışmalar sonucunda onun enerjisinde hiç bir eksilme olmazken, ben ters düşüyorum. Bu haftayı da geçirelim önümüzdeki hafta bir akşam, büyük ihtimalle perşembe günü (çünkü salı Sosyal, çarşamba Türkçe sınavım var) sana uğrayabilirim, sanırım ve de umarım.

13 Mart 2008

Banu:
Arkadaşlar, ben gene öğlen yemeğe davet edildim. Görünen o ki, siz başbaşa romantik bir yemek yiyeceksiniz...  Afiyet olsun

Barış:
Sen kimle yiycen ki?

Banu:
Biriyle...

Barış:
He ya banane gerçekten. Afiyet olsun.

Banu:
Allaallaaa, ne oldu birden ciddileştin, dalga geçiyorum yahu, kiminle olacak, Güneş ve 2 arkadaşla...

Barış:
Bak beni gene dellendirdin. Hani "1iyle"ydi. Burda "1iyle" değil "1ileriyle" oldu. Başta böyle yazsan meraklanmazdım.

Banu:
Hımmm, evet, öyle olmuş...
Şöle söllim, eğer "biriyle" yemek yiyorsam ya Belgin'dir ya Gülfem, pek istisnası olmaz, tabi benim gönlümden George Clooney de geçiyor ama onun işi çok. Tamam mı?
Ajdaanım, gerginsiniz bugün???

Barış:
Tamam tamam ben zaten tüm sorularımdan vaz geçmiştim. Keşke benim de beraber yemek yiyebileceğim birileri olsa... ahhhh..ah

Banu:
Yav bak olm, ben ne diyorum sana, burayı zorla, bi teklif falan gelirse hemen reddetme, tamam burası da bela bi yer ama biz varız, hem müdür olup öğlenleri yemeklerini hala arkadaşlarıyla yiyen ilk kişi olarak şanın yürür...

02 Nisan 2008

Barış:
Ne yiyos?

Banu:
Hay Allah cezanı versin e mi? La olm ben bugün yemeği oğlanlarla (gelirsen, senle de) yicem ama sonra hemen sizden ayrılıp bi arkadaşla kahve içcem, yani vallayi gözünü çıkarıyosun, bu kadar da olmaz ki canım...

Barış:
Biraz hasta gibiyim o yüzden ise gitmedim. Amma evde yiyecek 1 şey de yok. Bari gelip orda yiyim, hem de şu evrakları veriyim diye düşündüm.

Banu:
Aman iyi tamam, kıyamam şimdi bi de hastaymışın, iyi tamam, gel de ye yemeğini, bugün de böle olsun bakalım.

Oğlanlara bilgi veriyorum.

Banu:
Öğlen Barış geliyor, metal ve cam aksamı alırken hesaba katın (Öğlenleri herkes yemeğini alır, çatal bıçakları biri, bardakları biri, ekmekleri biri toplar getirir, ben asla bir şey almam). Melih’i bilmiyorum, o artık bizi sevmiyo, yeni arkadaşlar edindi, pabucumuzu dama attı, bir gaflet ve delalet içinde. Tamam, arada sırada ben de ihanet ediyorum ama benimki sayılmaz, her ne kadar yanınızda dura dura yakında bıyıklarım çıkmaya başlayacaksa da aranızdaki tek kız çocuğu olaraktan beni her zaman hoşgörecek, koruyup kollayacaksınız, ama ya O? Sorarım size onun mazereti ne?

Aslan:
Değerli insanlar, derin kardeşler,
Her ne kadar üstadın (Melih’i kastediyor) feyzinden, ilgisinden, güzel sohbetinden zaman zaman öğle zamanları yoksun kalsak da, o öyle bir ateşten kalptir ki, sıcaklığı kilometre ve saatlerle ölçülemez. Çark döner, turunu tamamlar, izlenemez bir hızla madde enerjiye döner. Sadece derin bilgisi ve samimiyeti değil, üstadın tanık olduğum bazı mucizeleri de benim böyle düşünmemi gerektiriyor. Elbette öğlen mutlu ailemizi tam görmek bizim kadar onun da dileğidir ama demek ki şartlar şu anda böyle gerektiriyor. İnanıyorum ki, güzel günler göreceğiz kardeşler…
Ümitkar Aslan

Banu:
Formül hala tamamlanmadı galiba... (Aslan’la Melih bize çok para kazandıracak(!) bi formül üzerinde çalışıyorlar)

Aslan:
Sır yolculuktadır, varılan yerde değil.

Banu:
Yolculuğun en güzel yanı da yolda olmaktır, ancak bir rivayete göre de yolu bilmek o yolda ilerlemeye yetmez.

Bi de Adana’nın yolları vardı, taşlı. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder