11 Mayıs 2016 Çarşamba

Mesnevi, Körü Körüne İnanç, Alışkanlıklar, Kralın Kervanları

03 Nisan 2007

Bir öykü dergisi, önerilen toplam 405 kitaptan en çok oy alan 40 kitabı "Ölmeden önce okunması zorunlu 40 kitap" diye listelemiş. 28'i dünyadan, 12'si bizden; 24'ü roman, 2'si
öykü, 7'si şiir kitabı.

Banu:
Bu, beğendikleri kitapları sordukları kişiler belli ki entellektüel dünyada madara olmayalım diye en klasikleri sıralamışlar, Allah bilir kendileri okumamışlardır bile, Hamlet'miş, kıçım, ulan Mesnevi'yi gıcık Edebiyat öğretmenleri dışında kaç kişi okumuştur, sorarım sana...

Aslan:
Eee, okumadığım sadece 34 numaralı "Kayıp Zamanın İzinde" var bu listeden ve şu anda o 7 kitaplık diziyi okuyorum. Yani bitirince mecburi hizmeti tamamlamış olarak, gönül huzuruyla ölebilir miyim?

Banu:
Yav Aslan, kaffa mı buluyosun, Mesnevi'yi de mi okudun?

Aslan:
Oooo öyle deme, Mevlana okuması cesaret gerektiren, mesajı hoş ve bol bir eserdir ama iyi çeviri bulmak gerekir, ben bulamamıştım ne yazık ki, çevirenler kendilerince Mevlana’yı “ahlak” ve “din” sınırları içine çekmeye çalıştıklarından, kitap bir parlayıp bir körelen ateşe benzemişti. Derindir O, çok derin, bilinir bir sözdür, eğer çok eğilir uçurumun derinliğine bakarsan, uçurum da senin içine bakarmış.

Fakat ne ilginçtir ki, Mevlana’ya, Yunus’un “bize rahmet yerden yağar” sözünü anımsatmışlar da, o mübarek insan, çevredekileri hayrete ve saygıya boğarak, “bu yolda nerelere vardımsa, önümde hep bu Türkmen hocasının izlerini gördüm” buyurmuştur. Yaa kalpten kalbe yol vardır, elbette Şirket’te asla...

Sonra da “25618 beyitten oluşan mesnevi şöyle başlar ki, insan durulur, sakinleşir bir” diyerek ilk 18 beyiti yolladı.

Banu:
Yyyiyirmibeşbin...nee? Ayayayay, bi tuhaf oldum, hmmmm, demek ki bu eserden uzak durulacak, bu beni aşar, diyecen ki Odyssia'yı okumadın mı, okudum ama nasıl okudum bi ben biliyorum, bunun da filmi çıkınca gider onu seyrederim.

06 Nisan 2007

Öğlen Aslan’a bir kitabı sordum “sana mı vermiştim” diye ama adı bir türlü aklıma gelmedi. Sonradan hatırlayıp Aslan’a mesaj attım.

Banu:
Vamık D. Volkan'ın kitabının adı Körü Körüne İnanç idi. Evde bakacağım.

Aslan:
Evet bu kitabı Deniz’in elinde görmüştüm ve okuyordu, bana sen de okumalısın demişti, senden sonra ben de okurum kitabı inşallah demiştim, yine de eve bakayım ben de. Sen bulursan oku, sonra da ben okuyayım. Olur mu?

Banu:
Ben okudum zaten, bulursam sana getireceğim...

Aslan:
Ne kadar iyi bir insansın, ilerleyen yıllarda da görüşelim.

Banu:
De buyur! ciddi ciddi yazışırken dalga boyutuna niye geçtin gene??? Ben sana bir de Jean C. Ruffin'in "Kralın Kervanları"nı getireceğim, iyi yürekliliğimi sen hesap et artık...

Aslan:
Dalga değil elbette, şu kitabı götüreyim de okusun Aslan, demişsin ya. Daha ne olsun.

07 Mayıs 2007

“Alışkanlıklarınızı bırakın” diye bir yazı geldi…

Banu:
Allaallaaaa! Alışkanlıklar iyidir, hele benim alışkanlıklarımdan vazgeçmem düşüncesi bile bana bi baygınlık hissi veriyor. Sor ablama, dalyan gibi kadın, bi sakatlığı yok bişiyi yok, haaala otururken "Banu çay koysana" diyince kurulu bebek gibi kalkıp koyuyorum, alışkanlık işte, yani pavlovun köpeği bir, ben iki.

24 Mayıs 2007

Aslan:
Kralın Kervanları kitabına başladım, tam bir masal havasında başladı ve gelişiyor, bayılıyorum böyle kitaplara, huzurlu ruh hali ile okunacak keyif veren eserlerden. Sanırım bundan sonra hep böyle eserler okuyacağım. Toki konusunun deşilmesini ise çok doğru bulmuyorum, bunlar iktidar alındıktan sonra halledilecek işlerden, milletin hırsıza meyletmesi riski her daim mevcuttur çünkü.
Karlı dağın ardından beklenen haber gelmiştir, sevinelim, ancak ne demek diye sormayalım, eski yılların bir geceyarısında Tercan dağlarında bir kahvenin camına yapıştırılmış gördüğüm, “İran’a yulaf satışları başlamıştır” notu bana bazı şeyleri açık etmişti zaten. Yanımda hiçbiriniz olmadığı gibi hiçbirinizi de tanımıyordum zaten. (İncilde de bu yazım tekniğine raslanır sık sık, kişiyi geri döndürüp düşündürür nedense.)

Banu:
Ben de çok keyif alarak okudum, böyle arkadaşlık-dostluk-onur vb. temalara bayılıyorum, ayrıca çok yabancısı olduğum Habeşistan ile ilgili çok ilginç bilgiler de var, çok ilgimi çekti, aradaki aşka da hakkını vermek lazım tabi, ama çok doğru söylüyorsun, gerçek anlamda masalsı.

"Ne demek diye sorma" dediğin için sormak zorundayım, "karlı dağın ardından beklenen haber" nedir?

Aslan:
Beklediğimiz haber geldi şirket içinden. (domp domp domp kafama)

Banu:
Doby'ciğim, öğlen gerekli ayrıntıları alabilecek miyiz yoksa tırmalamaya devam edeyim mi?

Aslan:
Sanırım öğlen ayrıntıları benden değil ama alabileceksiniz. (yok mu kızgın ütü, yok mu)

Banu:
Tamam sakin ol, bak sana çorap vereceğim...

28 Mayıs 2007

Ben “Çocuklarını, bebeklerini emniyet kemeri ile bağlamayanlara... Ön koltukta oturan fırlar, arka koltuktaki fırlamaz zannetmeyin...” konulu bir yazı yolladım.

Aslan:
Bırrr, gerçekten korkutucu, bir daha limonlu fressh içememek insanı korkutuyor gerçekten de. Kralın Kervanları, ne yazık ki 200. sayfadan sonra giderek bir tarih tutucusunun günlüğüne dönüşmüş ve yazarın kafası dağılmış. Gerçek aşkın kız ile Françoise arasında geçmesi gerekirdi bence, yazar yönlenmiş ve tekrar anayola geri dönmüş gibi olmuş. Ara role çıkıp ölen zampara şövalye ve aşıkların birbirlerine açıklamaları da başlangıca göre zayıf kalmış, konsolosu, keşişleri  ve uşağını iyi betimlemiş. Yazarların başına sık sık gelen acı bir durumdur bu, sonuna kadar aynı tempo ile gidebilen, başeser oluyor zaten, Gözünü Kan Bürümüş İnanç eserine başladım ama onda da yazarın Amerikan bakış açısını, görüşlerinin omurgası haline getirdiğini ne yazık ki görüyorsun hemen, kendi minik bilgi dağarcığımla Freud’un görüşlerine bile farklı manalar yüklemeye çalıştığını hissettim ama bilgi birikimi oldukça yoğun, bu belli. Güzel ellerde yaşadıktan sonra arasıra yabanelleri bir ziyaret edip, ya da oralardan insanlarla konuşup, içyüzlerini bir anda görüvermek elbette mümkün değil.

Sabah çıkarken Ekin de uyanmış oluyor genelde, ben elini öperken, o da kollarını uzatıyor, beni kucağına al diye, bense gelip, insanlarla, panellerle, perçinle filan uğraşıyorum.
Gel Temmuz gel ve şu tokinin ufak tefek taşları, yiğidim aslanım burda çalışır..

Banu:
Evet, bu Ruffin'in (ben 1 romanını daha okumuştum) romanın bir yerinde bir dağılma özelliği var. Ben bu kitapta en çok esas oğlanın artık boyun eğmeye başladığını anladığı sahneyi sevdim. Bir de sosyolojik bilgiler çok hoşuma gitmişti, örn. Habeşistan Kralının penceresinin altında sürekli bir ağlayanlar güruhu olması, taht odasında Kralın elleri kolları görevini yapan adamları falan, çok hoştu.

Körü Körüne İnanç'ta Atatürk'e geldin mi? Gerçi o epey sonlardaydı. Ben de Atatürk'ü biraz hafife almış diye düşünmüştüm, yani bütün olayı annesine bağlamış, bitirmiş işi. Belki de doğru bir tespit olabilir ama o da Atatürk yani, ister anasına düşkün olur, ister Fikriye'ye, ister Halide'ye, allaalla yaaa, koskoca Atatürk ona mı soracaktı? Yani Atatürk'ün bize Vamık Bey'e ifade ettiğinden daha çok şey ifade ettiği kesin. Belki de adamı takdir etmek lazım, bu kadar her etkiden sıyrılıp tepeden bakabilmek de yetenektir, gerçi adam da zaten bu konuda uzmanlaşmış. Biraz zor okunuyor ama sonuna kadar oku, ilginç tespitleri vardı, zaten Proust'u okumuş biri olarak sen benim kadar zorlanmazsın.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder