1 Haziran 2016 Çarşamba

Kaktüs, Telefon, Hayatın Ortağı Olmak, Kavurma, Seks Manyağı, Sopayla Masa Tenisi, Toplantılar, Barış'ın Parası

16 Şubat 2009

“Doğru mudur bilmem…” notuyla, kaktüsün radyasyonu emdiği ile ilgili bir yazı yolladım.

Aslan:
Toplumu manyaklaştırma yollarından biri daha. Gökyüzüne bakarak ağzınızı 7 dakika açık tutarsanız, saçınız kıvırcıktan düze dönüyor gibi birşey. Hemen ısmarlıyorum.

23 Şubat 2009

Banu:
Aşağıdaki linkteki telefonun fiyatı yaklaşık 4000 lira. Bu işten anlayanınız varsa bana bu telefonun ne menem bir şey olduğunu anlatabilir mi? Yani çocuk mu bakıyor, çamaşır mı yıkıyor, yemek mi yapıyor, depremi mi haber veriyor, acil durumda şişme kadın mı oluyor, nedir yani ne?  
http://urun.gittigidiyor.com/?id=15728142#aciklama  

İş yerindeki genç arkadaşlarımızdan birinin cevabı:
Banu Hanımcığım bu telefon tamamen el yapımı. Metal kısımları titanyum ve diğer kullanılan malzemeler de oldukça kaliteli. O yüzden bu kadar pahalı. Ama değer mi derseniz tabi ki hayır…

Banu:
Eeee? So what yani? El yapımı olunca n’oluyo? Kuş mu konduruyo? Bokunda boncuk mu çıkıyo? Kaliteli olsa ne olmasa ne? Tanesi 50 liradan senede 2 tane telefon değiştirsem, o para 38,5 sene yetiyor, yuh yani, bu kadar zamanda bunların ışınlayanı çıkar beah...

05 Mart 2009

İş yerinden bi arkadaşım “Çocuk yetiştirenlere” notuyla Erdal Atabek’in “Hayatın Ortağı Olmak” başlıklı yazısını yollamış.

Banu:
Şekoş, şimdi şöyle ki, bu yazıdaki bir kaç nokta ile ilgili fikirlerimi seninle paylaşayım.

Erdal Atabek’i severim, sayarım, yazdıklarına da büyük ölçüde katılıyorum. Ancak, geçen sene katıldığım bir seminerde, 1 paragraf yazı gösterdiler, aşağı yukarı bu yazının içeriğinde yazılmış, gençlerin sorumsuzluklarından falan bahseden bir yazı. Sonradan öğrendik ki, Sokrates yazmış bunu. Yani demem o ki yetişkinler her zaman gençlerden şikayet edecek, gençler de her zaman sorumsuz olacaklar (genel olarak).

Biz çocukken babam mahallede top oynayanlara bakar “ulan biz çocukken meşin topla oynardık, şimdi çocuklar gidip mağazadan mis gibi futbol topu alıyor” derdi. Değişen bir şey yok, her zaman büyüklerin çocukluğunda olmayan birşeyler onların çocuklarının zamanında olacak. Bizim çocukluğumuzda da televizyon haftada 3 gündü, şimdi 24 saat yayın olduğu gibi bir de kanaldan geçilmiyor. Çizgi film olarak bi Casper’ı, daha sonra Heidi’yi, daha da sonra Şeker Kız Candy’yi biliyoruz. Bi de şimdikilere bak. Arkadaşlarımın arasında sadece bizde telefon vardı, şimdi evi yıkılmasın diye kepçenin önüne yatan adamın cep telefonu çalıyor.

Bence, buradaki asıl mesele, çocuklara birşeyler verirken kendi bütçenin sınırlarında kalmak. Keriz gibi borca girip ona araba almamak, veya bir ev parasını düğün denen saçmalığa gömmemek. Ama parası olan onu da yapsın, n’olacak ki? Çocuklar gerçek yoklukla, “her istediğini yapmayayım” diye izafi olarak yaratılan yokluğu ayırt edebilirler ve kabullenmezler, esirgendiğini düşünürler. Al sana temel çatışma konusu.

Çocukların aşırı korunması da bir başka büyük sorun bence. Ancak ailenin çocuğuna her şart ve koşulda ona destek olacağını hissettirmesinde ve çocuğun da bu güveni duymasında hiç bir sakınca yok. Mesele, çocuğun bunu suistimal etmesine izin vermemek. Bunu da ergenliğe gelene kadar becerememişsen zaten geçmiş olsun.

“Anne babaların şu sözlerini çok sık duyuyoruz” diye başlayan kısımdaki ilk söz var ya (bence zaten bunu söylüyorsan, diğer lafları da söylüyorsun demektir), hani “biz (ya da ben) çocuklarımız için yaşıyoruz”, gerçekten ben hayatımda bu kadar saçma bir laf duymadım, sanki çocuklardan önce yaşamıyorduk veya çocuk olunca mutasyona uğruyoruz ve benliğimiz kayboluyor.

Ben bu konu üstüne daha 8 sayfa yazarım da vakit kalmadı.

13 Mart 2009

Banu:
Arkadaşlar, gerçi söylemiştim ama şimdi hepiniz unutmuşunuzdur, bi de “haber vermeden gelmedi” durumuna düşmeyeyim diye tekrar hatırlatıyorum: Ben bugün öğlen yokum, kavurma yemeye gideceğim, beni beklemeyin, yokluğuma üzülmeyin ama eksikliğimi de hissedin.

Aslan:
Ye kavurmanı ye, herşey yazılıyor bir bir.

Banu:
Ama...ama...ama....

17 Mart 2009

Aylin:
Diğerlerine de cevap vereceksin değil mi?

Banu: 
Ha? Ne? Kim? Ne cevabı? Soru neydi?

Aylin:
Sen kimsin be? Bu soru ablanaydı, sen ne karışıyorsun?.... Töbe estafurullah

Banu:
Yav kadın, ben sanki bayılıyodum bilmediğim soruları cevaplamaya, sen "to" olarak bana şaapınca ben de sana şeettim. Adres özürlü müsün nesin? Benim adım Banu olup, küçük olanım, hani 11 yaşındayken Galatasaray'da yatakhanede kaçak yatırdığınız gün detaylı seks bilgileriyle ambale ettiğiniz zavallıyım. Büyük olan, yani senin arkadaşın olan, Apla. Dikkat edersen isimlerde en ufak bir benzerlik olmadığı gibi ses benzerliği dahi bulunmamakta, tiplerimiz de benzemez, o biraz genç irisi formatında iken ben zahif nahif, tıpkım solçan kibiyim.

Aylin:
Sus sus be geveze. Ablası olacak zayıflamış genç irisi karıdan beter bu. Terbiyesiz. Bi cevap versen ölürsün sanki. Seks manyağı solcan sen de...

18 Mart 2009

Barış, sopayla masa tenisi oynayan birinin videosunu yollamış.

Banu:
Hep merak etmişimdir, insan böyle bir yeteneği neden geliştirir? Yani nereden aklına gelir? Bir sabah kalktığında “aaa, ben raket yerine sopayla masa tenisi oynasam amma sükse yaparım beah” mı diyor?

19 Mart 2009

Banu:
Ben birazdan toplantı için …’e gideceğim, öğlene kadar mümkün değil dönemem. Ama ben bu işlerden çok sıkıldım artık, bana ne bunlardan yaaaa, valla çok sıkıldım, ağlamak istiyorum (lafın gelişi söylemiyorum, ciddiden sinirlerim bozuluyor artık).

Aslan:
Dur hemen üzgün olma. Önündeki kağıda bir şeyler çiziktirerek dinleyebilirsin herkesi mesela. Pamuk pamuk kar yağıyor dışarıda ama şekilleri garip, sanırım İngiliz Gizli Servisi yağdırıyor bunları böyle. Altılı yakaladım dün, 500 ytl ama olsun, bir gün büyüğü de olabilir, cümleten, Barbados otobüsüne bineriz mesela. Yarın, makam mevki açılır eşinin önünde, atlas giysilerle baronesler gibi yaşayabilirsin bu alemde, görgülü bilgili arkadaşların olur, yavaş yavaş silersin bizi hatıralarından.
Dikkatini çekmiştir, tam personel binasının hizasına gelirken, sağ tarafta çam ağaçları var, kendi ve çevresi bembeyaz ama altında yeşil alanlar kalmış, ufak ufak, işte onlardan birine oturup flüt çalmayı düşündüm ben de bu sabah. Demek ki yollar çağırıyor nicedir, ama biz orta sınıf mensuplarının tedarikli olması lazım her şeye karşı. Dokumuz böyle emrediyor çünkü.
Git ve gel, çok üzülmeden. Biz, seni bekleyeceğiz.

(Ertesi gün)

Banu:
Yav bak bu aptal işler yüzünden dün senin doğumgününü kutlamayı da unuttum, ben eşekim. Sen önemsemiyor, hatta küçümsüyor olabilirsin, ama ben önemsiyorum, unutmamalıydım, hepsi bu aptal iş yüzünden...

Aslan:
Kutlamış oldun işte, teşekkür ederim, iyi ki doğdum ben.

Banu:
İyi ki.

20 Mart 2009

Banu:
Yav Barış, hadi benim beynim su muhallebisi gibi oldu, her şeyi unutuyorum, sana n’oluyo? Salı günü geldiğinde niye benden paranı istemedin? Bi de dün cüzdanımda 250 yuroyu görüp “bu da ne” diye epey bi düşündüm, beni de paralize ediyorsun. Lütfen bi dahaki gelişinde benden paranı söke söke al.

Barış:
Ne biliim ben. Yidin sandım.

Banu:
La olm, manyak mısın sen? Ben senin paranı niye yiyim layn? Hem çok ihtiyacım bile olsa sana sormadan böyle bir şey yapar mıyım? Yapmam. Sen beni ne zannediyosunuz? Ben senin bildiğin kızlardan diilim bi kere, taam mı? Bak zaten dün bütün gün aptal bi toplantıdaydım, hala kendime gelemedim, gelmeyim yanına, yolarım bak...

Barış:
Tamam, korktum ve annadım. Gelince alırım. Alla alla... manyak mı ne??

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder