16 Şubat 2009
“Doğru
mudur bilmem…” notuyla, kaktüsün radyasyonu emdiği ile ilgili bir yazı
yolladım.
Aslan:
Toplumu manyaklaştırma
yollarından biri daha. Gökyüzüne bakarak ağzınızı 7 dakika açık tutarsanız,
saçınız kıvırcıktan düze dönüyor gibi birşey. Hemen ısmarlıyorum.
23 Şubat 2009
Banu:
Aşağıdaki linkteki
telefonun fiyatı yaklaşık 4000 lira. Bu işten anlayanınız varsa bana bu
telefonun ne menem bir şey olduğunu anlatabilir mi? Yani çocuk mu bakıyor,
çamaşır mı yıkıyor, yemek mi yapıyor, depremi mi haber veriyor, acil durumda
şişme kadın mı oluyor, nedir yani ne?
http://urun.gittigidiyor.com/?id=15728142#aciklama
İş yerindeki genç arkadaşlarımızdan birinin cevabı:
Banu Hanımcığım bu
telefon tamamen el yapımı. Metal kısımları titanyum ve diğer kullanılan malzemeler
de oldukça kaliteli. O yüzden bu kadar pahalı. Ama değer mi derseniz tabi ki
hayır…
Banu:
Eeee? So what yani? El
yapımı olunca n’oluyo? Kuş mu konduruyo? Bokunda boncuk mu çıkıyo? Kaliteli
olsa ne olmasa ne? Tanesi 50 liradan senede 2 tane telefon değiştirsem, o para
38,5 sene yetiyor, yuh yani, bu kadar zamanda bunların ışınlayanı çıkar beah...
05 Mart 2009
İş
yerinden bi arkadaşım “Çocuk yetiştirenlere” notuyla Erdal Atabek’in “Hayatın
Ortağı Olmak” başlıklı yazısını yollamış.
Banu:
Şekoş, şimdi şöyle ki,
bu yazıdaki bir kaç nokta ile ilgili fikirlerimi seninle paylaşayım.
Erdal Atabek’i severim,
sayarım, yazdıklarına da büyük ölçüde katılıyorum. Ancak, geçen sene katıldığım
bir seminerde, 1 paragraf yazı gösterdiler, aşağı yukarı bu yazının içeriğinde
yazılmış, gençlerin sorumsuzluklarından falan bahseden bir yazı. Sonradan
öğrendik ki, Sokrates yazmış bunu. Yani demem o ki yetişkinler her zaman gençlerden
şikayet edecek, gençler de her zaman sorumsuz olacaklar (genel olarak).
Biz çocukken babam
mahallede top oynayanlara bakar “ulan biz çocukken meşin topla oynardık, şimdi
çocuklar gidip mağazadan mis gibi futbol topu alıyor” derdi. Değişen bir şey
yok, her zaman büyüklerin çocukluğunda olmayan birşeyler onların çocuklarının
zamanında olacak. Bizim çocukluğumuzda da televizyon haftada 3 gündü, şimdi 24
saat yayın olduğu gibi bir de kanaldan geçilmiyor. Çizgi film olarak bi
Casper’ı, daha sonra Heidi’yi, daha da sonra Şeker Kız Candy’yi biliyoruz. Bi
de şimdikilere bak. Arkadaşlarımın arasında sadece bizde telefon vardı, şimdi
evi yıkılmasın diye kepçenin önüne yatan adamın cep telefonu çalıyor.
Bence, buradaki asıl
mesele, çocuklara birşeyler verirken kendi bütçenin sınırlarında kalmak. Keriz
gibi borca girip ona araba almamak, veya bir ev parasını düğün denen saçmalığa
gömmemek. Ama parası olan onu da yapsın, n’olacak ki? Çocuklar gerçek yoklukla,
“her istediğini yapmayayım” diye izafi olarak yaratılan yokluğu ayırt
edebilirler ve kabullenmezler, esirgendiğini düşünürler. Al sana temel çatışma
konusu.
Çocukların aşırı
korunması da bir başka büyük sorun bence. Ancak ailenin çocuğuna her şart ve
koşulda ona destek olacağını hissettirmesinde ve çocuğun da bu güveni
duymasında hiç bir sakınca yok. Mesele, çocuğun bunu suistimal etmesine izin
vermemek. Bunu da ergenliğe gelene kadar becerememişsen zaten geçmiş olsun.
“Anne babaların şu
sözlerini çok sık duyuyoruz” diye başlayan kısımdaki ilk söz var ya (bence
zaten bunu söylüyorsan, diğer lafları da söylüyorsun demektir), hani “biz (ya
da ben) çocuklarımız için yaşıyoruz”, gerçekten ben hayatımda bu kadar saçma
bir laf duymadım, sanki çocuklardan önce yaşamıyorduk veya çocuk olunca
mutasyona uğruyoruz ve benliğimiz kayboluyor.
Ben bu konu üstüne daha
8 sayfa yazarım da vakit kalmadı.
13 Mart 2009
Banu:
Arkadaşlar, gerçi
söylemiştim ama şimdi hepiniz unutmuşunuzdur, bi de “haber vermeden gelmedi”
durumuna düşmeyeyim diye tekrar hatırlatıyorum: Ben bugün öğlen yokum, kavurma
yemeye gideceğim, beni beklemeyin, yokluğuma üzülmeyin ama eksikliğimi de
hissedin.
Aslan:
Ye kavurmanı ye, herşey
yazılıyor bir bir.
Banu:
Ama...ama...ama....
17 Mart 2009
Aylin:
Diğerlerine de cevap
vereceksin değil mi?
Banu:
Ha? Ne? Kim? Ne cevabı?
Soru neydi?
Aylin:
Sen kimsin be? Bu soru
ablanaydı, sen ne karışıyorsun?.... Töbe estafurullah
Banu:
Yav kadın, ben sanki
bayılıyodum bilmediğim soruları cevaplamaya, sen "to" olarak bana
şaapınca ben de sana şeettim. Adres özürlü müsün nesin? Benim adım Banu olup,
küçük olanım, hani 11 yaşındayken Galatasaray'da yatakhanede kaçak yatırdığınız
gün detaylı seks bilgileriyle ambale ettiğiniz zavallıyım. Büyük olan, yani
senin arkadaşın olan, Apla. Dikkat edersen isimlerde en ufak bir benzerlik
olmadığı gibi ses benzerliği dahi bulunmamakta, tiplerimiz de benzemez, o biraz
genç irisi formatında iken ben zahif nahif, tıpkım solçan kibiyim.
Aylin:
Sus sus be geveze.
Ablası olacak zayıflamış genç irisi karıdan beter bu. Terbiyesiz. Bi cevap
versen ölürsün sanki. Seks manyağı solcan sen de...
18 Mart 2009
Barış,
sopayla masa tenisi oynayan birinin videosunu yollamış.
Banu:
Hep merak etmişimdir,
insan böyle bir yeteneği neden geliştirir? Yani nereden aklına gelir? Bir sabah
kalktığında “aaa, ben raket yerine sopayla masa tenisi oynasam amma sükse
yaparım beah” mı diyor?
19 Mart 2009
Banu:
Ben birazdan toplantı
için …’e gideceğim, öğlene kadar mümkün değil dönemem. Ama ben bu işlerden çok
sıkıldım artık, bana ne bunlardan yaaaa, valla çok sıkıldım, ağlamak istiyorum
(lafın gelişi söylemiyorum, ciddiden sinirlerim bozuluyor artık).
Aslan:
Dur hemen üzgün olma.
Önündeki kağıda bir şeyler çiziktirerek dinleyebilirsin herkesi mesela. Pamuk
pamuk kar yağıyor dışarıda ama şekilleri garip, sanırım İngiliz Gizli Servisi
yağdırıyor bunları böyle. Altılı yakaladım dün, 500 ytl ama olsun, bir gün
büyüğü de olabilir, cümleten, Barbados otobüsüne bineriz mesela. Yarın, makam
mevki açılır eşinin önünde, atlas giysilerle baronesler gibi yaşayabilirsin bu
alemde, görgülü bilgili arkadaşların olur, yavaş yavaş silersin bizi
hatıralarından.
Dikkatini çekmiştir,
tam personel binasının hizasına gelirken, sağ tarafta çam ağaçları var, kendi
ve çevresi bembeyaz ama altında yeşil alanlar kalmış, ufak ufak, işte onlardan
birine oturup flüt çalmayı düşündüm ben de bu sabah. Demek ki yollar çağırıyor
nicedir, ama biz orta sınıf mensuplarının tedarikli olması lazım her şeye
karşı. Dokumuz böyle emrediyor çünkü.
Git ve gel, çok
üzülmeden. Biz, seni bekleyeceğiz.
(Ertesi
gün)
Banu:
Yav bak bu aptal işler
yüzünden dün senin doğumgününü kutlamayı da unuttum, ben eşekim. Sen
önemsemiyor, hatta küçümsüyor olabilirsin, ama ben önemsiyorum, unutmamalıydım,
hepsi bu aptal iş yüzünden...
Aslan:
Kutlamış oldun işte,
teşekkür ederim, iyi ki doğdum ben.
Banu:
İyi ki.
20 Mart 2009
Banu:
Yav Barış, hadi benim
beynim su muhallebisi gibi oldu, her şeyi unutuyorum, sana n’oluyo? Salı günü
geldiğinde niye benden paranı istemedin? Bi de dün cüzdanımda 250 yuroyu görüp
“bu da ne” diye epey bi düşündüm, beni de paralize ediyorsun. Lütfen bi dahaki
gelişinde benden paranı söke söke al.
Barış:
Ne biliim ben. Yidin
sandım.
Banu:
La olm, manyak mısın
sen? Ben senin paranı niye yiyim layn? Hem çok ihtiyacım bile olsa sana
sormadan böyle bir şey yapar mıyım? Yapmam. Sen beni ne zannediyosunuz? Ben
senin bildiğin kızlardan diilim bi kere, taam mı? Bak zaten dün bütün gün aptal
bi toplantıdaydım, hala kendime gelemedim, gelmeyim yanına, yolarım bak...
Barış:
Tamam, korktum ve annadım. Gelince alırım. Alla
alla... manyak mı ne??
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder