4 Haziran 2016 Cumartesi

Nietzsche, Kütahya, Suşi, Ankara Yelken Klübü

16 Haziran 2009

"Amor Fati - Nietzsche" (Kaderini sev-belki seninki en iyisidir) başlığıyla bir yazı. Hikaye şu: Deniz kıyısında bir ihtiyar taşçı kayayı yontmaktadır. Güneş onu yakıp kavurur. O da Tanrıya yakarır keşke güneş olsaydım diye. "Ol" der Tanrı. Güneş oluverir. Fakat bulutlar gelir örter
güneşi, hükmü kalmaz. Bulut olmak ister. "Ol" der Tanrı. Bulut olur. Rüzgar alır götürür bulutu, rüzgarın oyuncağı olur. Rüzgar olmak ister bu kez. Ona da "Ol" der Tanrı. Rüzgar her yere egemen olur, fırtına olur, kasırga olur. Herşey karşısında eğilir. Tam keyfi yerindeyken koca bir kayaya rastlar. Ordan esen burdan eser, kaya banamısın demez! Bildiniz, Tanrı kaya olmasına da izin verir. Dimdik ve güçlü durmaktadır artık dünyaya karşı... Sırtında bir acı ile uyanır.... Bir ihtiyar taşçı kayayı yontmaktadır. ..

Banu:
Bu biraz kaderci bir yaklaşım ama hikaye güzelmiş...

Aslan:
Keşke baştan bir güneş şemsiyesi isteseymiş.

Banu:
Doğru diyorsun, oradaki mantık hatasını ben de farkettim (hikayenin geri kalanı süper mantıklı ya), yani sel olunca bir baraj istemektense “allayım su olsaydım” demek gibi bir şey, yani aslında bunun altında baskın bir güç tutkusu var galiba, adam çözümü bulmaktansa sorunu çıkaran olmayı tercih ediyor. Aaaa, bu adam deli...

Aslan:
Bu Nietzsche kardeş biraz garipmiş gerçekten de. Hiç yemek yemiyormuş, açlıktan asabi oluyormuş ve aç olduğu anlaşılsın diye etrafa anlamlı anlamlı bakarak bekliyormuş. Sonra da çevresindekilere, öfkeyle, vücudumun açlığını bile anlayamıyorsunuz, ruhumun açlığını nasıl anlayacaksınız mealinde sitem şimşekleri yöneltiyormuş.

Ekin de acıkınca, acıktığını bilmeyerek sinirli oluyor, anneanne yemeğini verince birden çocuk neşe topu kesiliyor.

(İç düşünce..) Ama diğer yandan Ayfer (Gülsev’in kuzeni) yese de sinirli kalıyor, acıksa da bu hal değişmiyor, hımm o zaman, ya Ayfer bu beyefendiyi iyi anlayabilir ya da o da şey. Ney? Çok ayıp Banu. Nasıl da meraklı meraklı okudun değil mi, ne diyeceğim diye. Hemen akşam kendisine “Banu sana güldü” diyeceğim.

Banu:
Ayrıca Nietzsche kardeşimiz haline üzülüp evine gelip bir kap çorba yapıp bırakmak isteyenleri de evinden kovuyormuş “siz aslında bana yardım etmek değil kendi egonuzu tatmin etmek istiyorsunuz, beni de buna alet ediyorsunuz” diye. Deli işte... (dikkat edersen diğer konuya hiç girmiyorum, ne dersem üstüme kalacak, dudaklarım mühürlü)

17 Haziran 2009

Elçin Kütahya’da bi yerde çalışmaya başladı. Ben de Kütahya hakkında biraz araştırma yaptım.

Banu:
Şekoş, sen şimdi oralara iyice bi alış, yerleş, benimse, içselleştir, kışa doğru bir hafta sonu da bizi misafir et. Cuma öğleden sonra geliriz, akşam Döner Gazino’da yemek yeriz, yemekten sonra Zafer Meydanı’nda bir tur atar, oradan Azerbaycan Parkı’ndaki Saat Kulesi’ni görmeye gideriz. Ertesi gün önce Kervansaray’ı gezeriz, sonra Germiyan Beyliği zamanında yapılmış Dönenler Cami’ne hızlıca bir göz atıp, Ulu Cami yanındaki Arkeoloji Müzesini gezeriz, sonra da Çini Müzesine gireriz (ikisi birbirine yakın zaten). Benim özellikle çok merak ettiğim Macar Milli Kahramanı Lajos Kossuth’un 1850-1851’de ailesi ile birlikte kaldığı Macar sokaktaki Kossuth Evi Müzesi’ni öğle yemeğinden sonraya bırakabiliriz. Ve tabi ki Evliya Çelebi Müze Evi’ni de görmezsek olmaz. Ayrıca eski Hükümet Konağı da (şimdiki Adliye Binası) görmeye değer yapılardan biri sanırım. Ve tabi illa ki Çini Mağazaları’nı da tavaf etmemiz vaciptir. O akşam yemeği nerede yiyeceğimize de sen karar ver artık, her şeyi de ben düşünemem ki.

Ertesi gün de (yani Pazar günü) kaplıcalara gidebiliriz. Yanlız Gediz tarafındaki kaplıcaları uygun görmedim, su sıcaklığı 70-90 derece, bir nevi kaynama noktası. Ben o suya giremem, zaten eririm herhal. Ama Ilıca tarafındakiler makul, 42-43 derece falan, gerçi o da içine çiş yapılmış havuz hissi verebilir ama en azından 2. derece yanık olmadan çıkabiliriz. Ilıca tarafındaki Yoncalı ya da Harlek Kaplıcaları olabilir yani. Harlek’de SPA da var, topyekün bakıma gireriz.

Stadyum, kapalı spor salonu ve olimpik yüzme havuzu benim ilgimi hiç çekmez ama orada sürekli kalan biri olarak senin ilgini çekebilir. Biz yokken oralara bi göz at istersen. Evini de Atakent’ten tutmanı uygun gördüm. Sanırım Kütahya’nın Ataşehir’i oluyor. Ya da 125. Yıl Atatürk Parkı’nı gören bir yerden de tutabilirsin evini.

Son bilgi olarak; Türkiye’nin en büyük tenis kulübünün de orada olduğunu biliyor muydun?

Programa itirazı olan var mı? Daha iyisini yapan varsa buyursun.

Herkeşleri öptüm.

Elçin:
Araştırmacı gasteci deli manyak demek istiyorum.

Ben şu anda sadecene tren garı, otogar, iş yerim ve kaldığım öğretmenevi güzergahını biliyorum.

Evde keyif yaptığım 9 ayın acısı çatır çatır çıkıyor. Dün işten 24 00'de çıkmış bulunuyorum. Bugün de öyle görünüyor. Acilen çok zengin koca arıyorum.

Döncem size, öpücükler.

Çalıkuşu

Banu:
Sen merak etme ben seni gezdiririm (keh!).

Şekoş yanlız bu 23:00-24:00 durumları hiç hoş değil, bir geçiş-alışma dönemi yoğunluğu mu yoksa burası hep böylemiymiş? Bu da bünye yani, tamam Kütahya’da alemlere akacak değilsin ama insan evine-odasına gidip bi ayaklarını uzatmak, göbeeni kaşıya kaşıya oturmak, 1-2 kitap okumak isteyebilir, di mi yani? Ayrıca Kütahya’da da niye gece hayatı olmasın ki? Çini çini eğleniyor olabilir millet. Adamlar da cesur çıktı, Ankara’dan karı, ay yani mevki makam sahibi çalışan getirtiyorlar, şimdi de kaçırmaya mı uğraşıyorlar nedir, anlamadım ki? Bari sabahları geç git, bak şimdiden sınırları koymazsan sonra hiç toparlayamazsın, benden söylemesi.

Beril hanım Bodrum ellerinde zengin arkadaşının evinde kötünü yaymakta... diyeceğim ama diyemiyorum, evde ustalar varmış, ay görüşünce hatırlat da buna bi gülelim. Sen yazlığa git, üstelik kendi evin bile değil, sonra da ustalarla uğraş (kkkkhhhıh... pppppppıh).

Biz de haftaya Antalya taraflarına inşaata gidiyoruz (deeeermişim, ortamı gereeeermişim), yok yok, bir aksilik çıkmazsa Adrasan Koyu’na gidiyoruz ablamlarla. Ne aksilik çıkacak diyeceksiniz, şöyle ki, Selami’nin annesi rahatsız, ameliyat falan gündeme gelebilirmiş, bu durumda doğal olarak bizim tatil işi de yatar, yani “hahhhayt bi daha mı gelecem dünyaya, hadi size iyi ameliyatlar, hayırlı işler, bol güneşler, Adrasan’dan kart atarız” diyecek halimiz yok. Aman herkeşler sağlıklı olsun da, biz tatile gitmeyiverelim, dert değil.

Peki, o zaman, ben gene öptüm sizi.

24 Haziran 2009

Banu:
Sevgili arkadaşım Beril, ya da, Lan götlek Beril,

Dün akşam sana gelmeye niyetlendim ancak, olur da gelemem diye sana haber vermedim, iyice netleşince “evde misin” diye arayacaktım. İşten çıkıp eve gittim, (çıkmadan gidemezdim zaten, saçma bir cümle oldu), biraz sonra Deniz aradı, “şimdi ablanlardan Ege’yi almaya gidiyorum” dedi, “hah” dedim, “iyi, vakitlice evde olacaklar, heyoooo”, ama gene de seni aramadım, gelin ata binmiş “ya nasip” demiş, benimki de o hesap, “hele bi gelsinler” dedim. 10 dak. sonra bi telefon, Deniz arıyor, “Banu, Selami suşi yapıyormuş, sana haber vermeyi unutmuşlar” demez mi! Sonradan anlaşıldı ki aslında sadece Ege ve Begüm ile konuşulmuş konu, yani programdan kimsenin haberi yok, annemleri bile saat 6’dan sonra çağırmışlar.

Buyur burdan yak! Gelmeyim desem olmaz, suşi lan bu! Deniz’le bi “gelir alırdın, almazdın, ne gerek var, yok ben gelirim, gelme, vakit kaybı” vb itişmeden sonra, benim otobüsle Armada’ya kadar gelip, Deniz’in beni oradan almasına karar verdik. Yani haberim olsaydı, ben ablamların oraya giden servise biner, cup diye giderdim, neredeyse de ablamın evinin önünde duruyor.

Netçe itibariynen benim bütün kurgum boka döndü.

Neyse şekoş, ben aslında Berkoş’un doğumgününü kutlayacaktım. Yani mesaja başlamamın asıl amacı buydu...da...konu biraz şaştı. Bugün, olmazsa yarın da sana gelme konusunda bir kaç sıkı hamlede bulunmayı planlıyorum ama başarılı olabilir miyim bilmiyorum. Cuma gelemem çünkü arkadaşıma gideceğim.

Senin de doğurma gününü kutluyorum annecik. Bebeni güle güle büyüt(tün zaten), daha da büyüt, mürüvvetlerini gör işşallah, tütütütütü, kırkbirbuçuk kere maşşallah, nazar değmesin işşallah, elemterefiş kem gözlere şiş.

Çok öptüm

Beril:
Canım arkadaşım Banu,
Neden bana götlek dediğini anlamak için epey debelendim, ulan yine neyi unuttum ağzıma sıçayım diye tüm mesajı hüppedenek okudum, olmadı bi daha okudum. Vesselam sonuçta götlek olanın sen olduğuna karar verdim, çünkü gelemeyen sensin. Şimdi baştan alalım.

Canım Banu'cum,
Doğurma günümü kutlaman çok büyük incelik bebişim, çok mersi yani. Oğluş sabah kendini kutlatmak için aradı, anasına mı çekmiş ne... Keyfi yerinde görünüyor, hayırlısı...
Akşam gelirsen ve de haber vermek için arayacak olursan 18:30-19:00 arası sporda olacağımdan cevap vermiyorum diye yerinme, oh gelmiyorum işte diye gerinme. Tamam mı canım, sadece yarım saat sürüyor no problem, zati sen de daha önce gelemezsin de mi?
Öptüm seni götlek arkadaşım (hah düşün dur bakalım niye...)
Biricik ben

Banu:
Onun özel bi anlamı yoktu, bi kibarlık bi de ayılık yapayım dedim, yoksa depiği haketmiş değilsin yani.

26 Haziran 2009

Barış, Ankara Yelken Klübü’nün Yaz Okulu duyurusunu yollamış.

Güneş:
Barış, birkaç sene evvel çuvallamışlardı. Yine öyle olmaz dimi? Benim oğlan çok üzülmüştü o zaman..

Barış:
Olmaz. Artık çok profesyonel 1 kulüp olduk. Profesyonel eğitim kadromuz, takımlarımız ve antrenörlerimiz var. Gölbaşında da iyi 1 tesis yapıldı.
Kulüp çuvallarsa söz ben eğiteceğim.

Güneş:
Senle de göletin ortasında kalmıştık...  Bilemedim ki?

Banu:
Barış, AYK'nın internet sayfasına giremiyoruz, daha doğrusu giriyor ve "hay bu sayfayı yapanın..." diyoruz. Öğrenmek istediğimiz yaş sınırı var mı ve de hangi saatler arasında bebeleri gölde boğma aktivitesine yollayacağız?

Barış:
Yaş sınırı derken kaç yaşı kastediyorsun mesela?

Banu:
51, Deniz’i gönderecem de...

Barış:
Onun için eylülü beklemen lazım. Eylülde yetişkinler için kurs başlayacakmış.

Banu:
Ya Barış, valla döverim seni, allaalla yaaaa, la olm oğlan için soruyoruz tabi ki, normal yaz okulları için yaşları büyük kalıyor, burada da öyle bir sorun olmasın diye şeettik ama anlayan kim?

Yaşları da 14 (ondört) bu arada.

Barış:
Sorun yok, kulübü ara, selamımı söyle.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder