10 Haziran 2016 Cuma

Çin'e mi gitsek?, Kanser, Fıkra, Aikido, Kulüp Seçimi, Çanta, Fal

08 Eylül 2009

“Çin’e mi gitsek?” notuyla, içinde muhteşem Çin manzaraları olan bir dosya yolladım millete.

Aslan:
İlkin nesi çekiyor bu resimlerin seni, bilemiyorsun. Renklerdeki yeşil ağırlıklı pastel tonlar mı, huzur veren sakinlik mi, sadeliğin mutluluk getireceğine olan o eski inanç mı?

Ya da insanın hiç gidemeyeceği yerlere olan tanımlaması zor özlem midir bu çekiciliği yaratan?

Belki her yağmurda ortalık çamur deryasına dönüyordur diğer yandan, ne bileyim, orada yaşayanlar da sessizlikten bıkmış, kalabalık sokakların özlemi içindedirler belki de.
Demek ki esas olan gitme isteğidir daima.

Sır gerçekten de varılan yerde değil, yolculuktadır.
İşte bu resimler bize bunu diyorlar bence.

Banu:
Eeee? Hırka? Şarj? (Bir gün once Aslanlara gitmiştik, ben orada hırkamı ve şarj aletimi unutmuştum)

Aslan:
Merak etme, aynanın önünde duruyorlar. Ama ben sabah evden çıkmadan anneanne ile uyuyan Ekin’in yüzüne elimle dokundum da öyle çıktım, biliyor musun sen. Kendime gelmem ancak otobüs durağında mümkün olabildi.

Banu:
Aaaaah ah, o bebek yanakları... Bilirim... Seni çok iyi anlıyorum... Ben haala bazen eve gidip de Ege’ye sımsıkı sarılmayı dörtgözle bekliyorum, bi iyi geliyor, aklın durur.

(Akşam telefon ettim, unutmasın diye)

Aslan: (ertesi gün)
Akşamki telefonundan sonra, sabah fark ettim ki, poşet gizli bir güzel el tarafından olabildiğince katlanarak mavi çantama (bir anlamda kafama) yerleştirilmiş ve hırkan ile kavuşmanın önündeki son engel de (ben) aradan çıkartılmış. Şarj cihazı da poşette yerini almış. Dolayısı ile onlar şu anda burada, on the table. Ne zaman istersen alabilirsin.

Ekin teyze sabah ben giderken anneanne ile huzur içinde yatıyordu, sanırım bugün daha da iyiye gidecek. Pedifen şurup iyi geldi.

Her işin başı, kenarı, ortası sağlıkmış gerçekten de.

09 Eylül 2009

Aslan:
Geçen hafta mide kanseri ile ilgili çok başarılı bir tedavi geliştirdiğini okuduğumuz Özbek asıllı Doç Dr. Halis Süleymana yazdığım maile gelen yanıt, bizim bildiğimiz acı durumu bir kez daha gözler önüne seriyor. Doktor, dünya çapındaki araştırmasını ancak eşinin bileziklerini satarak tamamlayabiliyor. İnsanlara uygulamak için izin istiyor, sessizlikle karşılanıyor. Halbuki yazılarını Alman ve Amerikan sitelerinde okuyoruz. Ben, tanıdığımdan hiç bahsetmediğim halde, Ziya bey ile ilgili yorumu da çok manidar. Gazeteciler bakana soruyor, o da doktorlardan oluşan kurullarımız var, onlar ne derse onu yapabiliriz ancak diyor. Yazık çok yazık.
Doktorla ilgili haberi de ekte dosya olarak gönderiyorum.

Banu: (dosyayı okudum)
Benim bu yazıdan anladığım, bu değerli doktor mide kanseri için vücudun savunma mekanizmasını artırarak başarı elde etmiş, doğru mudur? Bunun için de (yani vücudun savunma mekanizmasını artırmak için de) adrenalin düzeyini düşürmüş (hatta sıfırlamış), buraya kadar doğru anlamışsam, soru şu: Adrenalin de vücudun savunma mekanizmalarından biri değil midir? Örneğin, adrenalin fiziksel tehlike anlarında mükemmel bir uyuşturucu etkisi yaptığından, yaralı olduğu halde çok hızlı koşan, 22 silahlı adamla dövüşüp, havalanmış helikoptere atlayarak kurtulan kahraman vakaları mevcuttur, bunu herkes bilir. Ancak bunları yazarken, adrenalinin bağışıklık sistemi ile ilgili bir hormon olmadığını farkettim. Ama acaba ne fark var? Yani histamin ile adrenalin arasında? Hatta buradan yola çıkarak, antihistaminik ilaçların, bağışıklık sistemini baskılayarak vücudun alerjik reaksiyon vermesini engellediği düşünülürse, konunun alerji ile bile alakası olabilir.

Aslan:
Seni hemen Md Anderson Kanser merkezine transfer ediyoruz. Sorularının yanıtları gerçekten de ilginç olmalı. Ben de, adrenalin konusunu çalışmanın geniş ingilizce metninde okuyunca senin gibi düşündüm. Aklıma prostat kanserinde, tümörün testostoron seviyesi yüksek hastalarda daha hızlı geliştiği ile ilgili teoriler geldi. Çünkü erkekliği erken yaşlarda sonlandırılan hiç kimsede ömür boyu prostat kanseri görülmediği gibi, otopside de böyle bir vaka görülmemiş. Halbuki başka nedenlerle, (doğal veya doğal olmayan) gerçekleşen erkek ölümlerinde yapılan otopsiler, prostat kanseri oranını %50 civarında göstermiş.

Demek ki, vücutta doping etkisi yapan her tür salgı, kanser hücrelerine normal hücrelerden çok daha fazla yarıyor. Zaten glikoz çekme oranı kanser hücresinde normal hücrenin 10-15 katı civarında.

Bu amca da adrenalinin zayıflatılıp, kortizol’ün artırılması durumunda mide kanserini oluşturan hücrelerin tamamıyla savunmasız kaldığını ve bir parça güçlendirilmiş bağışıklık sisteminin tümörü tamamıyla yok ettiğini bulmuş. Bravo diyorum ona ve sana. İler ileri daima ileri.

11 Eylül 2009

Şu hikayeyi, ya da fıkrayı, yolladım: Dün akşam otururken karıma  dedim ki: Ot gibi yaşamayı katiyen istemem. Şayet bir gün makinelere ve bir şişeden sızacak olan bilmem ne sıvısına bağımlı olacak olursam, lütfen hiç tereddüt etme, hemen fişi çek, olur mu? Karım yerinden kalktı. Laptopumu  fişten çekti, şarabımı  çiçeklerden birinin saksısına döktü ve çıkıp gitti.

Deniz:
Bi dakika, sen bana kötü bir şey mi söylüyorsun?

Banu:
Bilemem artık...

14 Eylül 2009

Ege aikidoda hakama sınavını geçti.

Banu:
Hocamcıım, Ege sınavı geçmiş, cümlemize geçmiş olsun. Valla bi sevindik bi sevindik, kendimi kaybedip bütün aileyi yemeğe çağırmışım. Bunda ne gariplik var diyebilirsin ancak ben gerek yapı gerek kabiliyet yönünden yemekli misafir ağırlayamam pek, annemler mesela bize yemeğe geleceklerinde, ya yemekleriyle gelirler ya da biraz erken gelirler ve annem yemekleri hazırlar, yani sadece mekan desteği verebiliyorum. Veya pide-pizza falan gibi seçenekler sunarım millete. Ben de böyle çıkmışım, n’aaapayım? Ama dün, biraz da Ege bunun önemini anlasın diye (biliyorsun pek kendinin farkında değildir, okulda “hangi konuda iyisin” sorusuna “hiiiiç” demişti) kendimi feda ettim.

Sen de hakamanı vermişin, pek gururlanmış. Akşam “hadi oğlum, bi giy de görelim” muhabbeti yaptık, seninki bi sinirlendi, “anne onu açamam, açarsam bağlayamam, öylece de koyamam” dedi, “hadi len” dedik ama, hakamayı bi getirdi, hediye paketi gibi bişi, tavşan kulağı mı yapmışın nedir, 9 kişi epey bi bakıp inceledikten sonra “hmmmm, aslında giymesen de olur” dedik. Neme lazım, şimdi açacaz, sonra tekrar böyle bağlayamayacağız, çarpılırız felan, oğlan da sinir yaptı zaten. Ama ilk defa bir şeyi bu kadar ciddiye aldığını gördüm. Yani nerdeyse senin hakamanın karşısında secdeye varacaktık.
Emeklerimizin boşa gitmemesi ne güzel di mi?
Çok öptüm

15 Eylül 2009

Ege’yi özel bir liseye yazdırdık, her özel lise gibi sosyal aktiviteleri kayda değer. Kulüpleri var. Sene başında çocuk seçiyor hangi kulüplere üye olacağını.

Banu:
Deniz’ciğim, Ege kulüp seçimlerini yapmış. Spor kulüplerinden masa tenisi ve basketbol, sanat kulüplerinden fotoğrafçılık ve bando, akademik kulüplerden model uçak ve web tasarımını seçecekmiş. Açıkçası sporda yüzmeyi seçmesini tercih ederdim ama hiç istemiyor, bence zorlamaya da gerek yok, belki seneye ister. Diğerlerinde de bize daha az masraf çıkaracak konuları seçse ne iyi olurdu, mesela fotoğraf yerine karikatür, bando yerine koro, model uçak yerine arkeoloji falan olabilirmiş. Böylece fotoğraf makinası, bando kıyafeti veya ikide birde model uçak almaktan kurtulurduk. Belki bunları okul verir ama bu şimdi en azından bir fotoğraf makinası kesin isteyecek. Ööööööf öf...

Deniz:
Yüzmeyi seçecek, diğerleri de parasız hangisiyse oraya gidecek. Kim vermiş ona bu tek başına seçme yetkisini.
Nasıl ama? Baba dediğin böyle olur. Koca dediğini daha sonra anlatacağım.
Vay be! Ben neymişim...

Banu:
Abbboooo...

16 Eylül 2009

Banu:
Ben Mudo’da bi çanta gördüm (cümle içinde kullanmış gibi oldum), hadi bana onu al. Al abla al. Abla bana çanta al. (99 liradan, 49,5 liraya düşmüştü).

Apla:
Yahu  Prada bir çanta beğendim, 2000 TL’den 500’e düşmüş onu al demiş gibi oldu adeta.  49.5 lira ne lan? Git Derimod’da, Desa’da, Moda Çanta’da bişiler beğen alayım.

Banu:
Allaallaaa, ben bunu istiyorum karrrdeşim...

16 Eylül 2009

Banu:
Abla, dün bi arkadaş bana fal baktı, senin durumlardan hiç bahsetmemiştim, senin yükseleceğini, çok güzel bir yere geleceğini söyledi. Oh, hadi neyse, bu iş de halloldu, hayırlı ossun.

Apla:
Süper, tebliğ edilmiş kadar oldu.

Banu:
Dalga geçme, sana da yaranılmıyor. Henüz bir şey tebliğ edilmemiş olmasının da tadını çıkar, mesela bugün bana, beni şef yapmayacaklarını tebliğ ettiler, senin en azından hala bir umudun var.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder