3 Haziran 2016 Cuma

Masumiyet Müzesi, Öğle Tatili, Vitamin Hapları, Monako Prensesi, Mezuniyet

07 Mayıs 2009

Aslan:
Banu, sevgili eşine ait olan (ama başkasına imzalanmış?) kitabı (Venezuellalı bir maceraperest olan Rafael De Nogales Mendez ile ilgili bir kitap) okudum. Keşke adamın kendi anılarını okusaydım. Senin okumanı önermem, ben de sıkıldım bir parça.
Konumuz şu,
a)       kitabı akşam sana verebilirim
b)       kitabı bir zaman (ama ne zaman) yuvanızda size teslim edebilirim
c)       kitabı bir gün (fakat ne gün, hangi bahar) siz bize geldiğinizde alabilirsiniz
d)       b ve c şıkkı sırasında, kitap evde oradan oraya sürüklenebilir, Ekin’in sanat çalışmalarına hedef olabilir veya bir köşede unutulmaya yüz tutar.

Gayri karar, söz, yetki senindir. Aileniz adına vereceğin karara uyacağım.

Banu:
Hepsi olur (diyerek olayı iyice çıkmaza sokayım).

Aslan,
Sevgili eşime ait olan ama başkasına imzalanmış kitabı okumadım. Aslen hangi kitaptan bahsettiğini bile anlamış değilim. Deniz tavsiye ettiğine göre, eğlenceli veya sürükleyici bir kitap olması ihtimali (kraliçe metaforunu kullanmıştım di mi?) “dünyada barış” ihtimalinden daha az. Ben şu anda Masumiyet Müzesi ile sıkılıyorum. Adamın hastalıklı, hatta sapıkça aşkı sinirimi bozmaya başladı, 4253 sigara izmaritiymiş, manyak mıdır nedir? Pamuk’un 6 yıl ne yaptığını anlamadım, döne döne aynı şeyleri anlatıp duruyor, gövdeyi anladık, her bir dalı tek tek anlamamız gerekmiyor. Ama başladık bir kere, mecbur bitirecez. Tek umudum, sonunda o sigara izmaritlerini veya köpek biblolarını veya tuzlukları yutarak intihar etmesi. Ben bu arada vampir aşkının 4. kitabını bitirdim, gene buna dönünce iyice yavan geldi.

Asıl konumuz olan kitaba gelince, ben onu akşam turnikelerde alayım, acelesi olduğundan değil de, “d” şıkkından dolayı.

Ege’nin bu ara fazla dağılmasını istemiyoruz, sınava az bir zaman kaldı, hafta sonları şehre de pek inmeyip, ders çalışmasını sağlamaya çalışıyoruz. Ancak işe yarıyor mu bilmiyorum, o “eşik”i hala atlatabilmiş değiliz. Bi de zaten bu hafta sonu mecbur şehre gideceğiz, malum anneler günü olayı. Ondan için, bu hafta sonu değil de öbür hafta sonu (hem de tatil ya) gelmek bizim açımızdan daha uygun görünüyor. Gene de belli olmaz. Duruma göre ben Gülsev’i ararım.

Aslan:
Çıkışta buluşalım o zaman.
Hani salonda ben bilgisayarda oturuyordum da, Deniz buldu getirdi ya, kahraman Venezeuella’lı imiş, Osmanlı ordusunda subaylık yapmış, Afrika ve Çin’de bile savaşmış. O kitap işte. Haa Çin mi, şimdi anımsadım, demeni beklemiyorum elbette. Ama bak kitap 1,7 kg filan, kalın kağıt kullanılmış.
Bize ise daima gelebilirsiniz, isterseniz dağevine çıkalım, Ege belki daha rahat çalışır. Biz de gıda alırız. Ama elbette Gülsev bilir. Ben akıl fikir yürütüyorum. Sever seni pek çok.

15 Mayıs 2009

Oğlanlarla öğle tatili saatlerimiz değişti, artık denk gelemiyoruz, onlar yemekten çıkarken benim yemek saatim yeni başlıyor, ben de yalnız yememek ve onlarla daha çok vakit geçirmek için bazen yemek yemiyorum, oturup kahve içtikleri yere gidiyorum.

Banu:
Ben öğlen Güneş’le yemek yiyeceğim. Sizi bu ara biraz ihmal ediyor gibi oldum ama gerçek şu ki (artık sizden daha fazla saklayamayacağım), haftada 2-3 öğlen yemek yememeğe başladım (yalnız yemeği sevmiyorum ya), hiç bişey yemeyince insan acıkmıyor da, yani aslında idare ediyorum, çok fazla rahatsız olmuyorum fakat bugün bi de Anıt Kabir’e gideceğiz ya, oralarda bayılır kalırım korkusuyla (Güneşin altında, ayakta ve aç kalırsam, niyeyse, tansiyonum da çabuk düşüyor), yemek yemeye karar verdim.

Durum budur.

Herkese iyi tatiller, çarşambaya görüşürüz.

Aslan:
E ama pazartesi uğrayacaktık biz, neyse Gülsev’e kararını iletirim.

Banu:
Aşkolsun Aslan. Pazartesi bekliyorum sizi. Becerebilirsem aklımda bi yemek var, onu yapayım. Aman şimdi çok ahım şahım bişey bekleme, sonra beynimi yersin, sadece et yemeği ama çok lezzetli oluyor. Yanına da pilav, salata. Ekinim için de bi çorba yaparım. Yayla çorbası seviyordu di mi?

Yani yemeğe gelin, olur mu?

Aslan:
Dur utandırma beni, sen ne iyi bir insansın. Ben seni mahçup etmek için yazmıştım, yoksa Gülsev bilir. Hemen sağlam bir ingiliz ipi bulayım. Ühü ühü.

25 Mayıs 2009

ABD’ye giden Feyzan arkadaşıma Ege için vitamin ısmarlamıştım. Getirdi. Ben de parasını banka hesabına yollayarak teşekkür ettim.

Feyzan:
Bişey deel. Bişey merak ettim, bunların faydası oluyor mu? Yani ben hep vitamin haplarının yararlı olup olmadıklarını merak ederim, kendim hiç kullanmadım ama alsam mı diyorum. Mesela B12 falan.

Sen bi bilirkişi olarak ne diyosun?

Banu:
Şekoş, şimdi şöyle ki, ben de bu vitamin haplarının aynı yüzümüze gözümüze sürdüğümüz kremler gibi, insana daha çok psikolojik fayda sağladığını düşünüyorum. Fakat bu hapların bir faydası olabilir çünkü çocuklar artık ne kadar düzenli beslenirlerse beslensinler her şey hormonlu olduğu için bazı vitamin ve minerallerden yana eksik kalıyor olabilirler diye düşünüyorum. Bu sana getirttiğim vitamini de alçak amerikalılar ihraç etmiyor biliyorsun, yani sadece amerikadan alabiliyorsun, buradan da şu sonucu çıkarıyorum, sadece kendi çocukları gelişsin istiyorlar ama yemezler, ben yutmam bu numaraları, benimkisi de gelişecek.

B12 bağışıklık sistemini çok destekleyen bir vitamindir (bildiğim kadarıyla), istiyorsan al, hiç bir zararı yok, yalnız iştah açıyor ve bi de sanırsam ki biraz pahalı bir vitamin.

05 Haziran 2009

İş yerinden bi arkadaş, happy hour gibi bir şeye çağırıyor herkesi.

Öykü:
Merhabalar,
Bugun düzenlenecek olan “Happy Hour” etkinliğinde hep beraber olmayı diliyorum.

Banu:
Bu sevimli, incelikli, kibar, yarı ültimatom yarı nota tadındaki davete maalesef katılamayacağım. Çünkü neden? Sorarım size, neden? Çünküüüü, eve gidip 14 yaşındaki ergen ve de gergen olup üstelik de yarın bsb (ya da sbs) sınavına girecek olan oğluma ilgi, alaka ve dahi şefkat göstermem, kaprislerine boyun eğmem ve onu boğmak istemem gerekiyor. Ama bütün bunlar olmasaydı da, böyle aktiviteler bana ağır geliyor, bütün gücümü ve enerjimi bizimkine (yani bizim bölümün eğlencesine) saklıyorum ama ona bile katılacağımdan emin değilim.

Ama gene bir öğlen bir acele, koşa koşa lokantaya gidip, neremize ne yediğimizi anlamadan koşa koşa geri dönmeye varım bak, o olur.

Güneş:
Ben bu kadar güzel ifade edemesem de aynı dert ve durum bende de var. Hava da kötü şansınıza ama yine de katılanlara iyi eğlenceler diliyorum.

09 Haziran 2009

Banu:
Bu laf pek hoşuma gitti...

Hayat kısa gelen bir battaniye gibidir.
Yukarı çekersin ayak parmakların isyan eder.
Aşağı çekersin omuzların titrer.
Ama yine de, neşeli insanlar dizlerini karınlarına çeker, rahat bir uyku uyumayı başarır... 

Aslan:
Seni, minik evim, azıcık aşım modunda düşünemiyorum pek. Fakat yıllar elbette etkiledi hepimizi bizler fark edemesek de.

Banu:
Ben bu lafı “minik evim, azıcık aşım” olarak yorumlamamıştım. Daha çok “ota boka saracağımıza, sorunlarımıza değil çözümlerimize odaklanarak keyfimize bakalım, Monako Prensesi olmayı değil belki ama Como Gölü kıyısında rahat bir yaşamı düşleyelim” gibi yorumlamıştım.

Aslan:
O zaman çok güzel.

12 Haziran 2009

Banu:
Oğlum da “Takdir” almış. Sadece 1 tane 4’ü varmış, yaaaaa. Siz de oğlumun mezuniyet töreninin olduğu hafta gezmeye gidin bakalım.

Apla:
Ay ay, senin oğlunun mezuniyet töreni ne gündü?

Banu:
19 Haziran.

Apla:
Ben oğlumun törenini kaçıramam. Artık bir hafta erteleriz.

Banu:
Aaaa, sahiden mi? Ay bak şimdi çok hissi bir an yaşadım, bu kadarına gerek yok dicem ama, seni üzmeyim diye bunu yazmamıştım valla dün Ege kendisi dedi “Teyzemler mezuniyetimde burada olmayacaklar mı? Begüm de mi olmayacak?” diye.

Apla:
Tören kaçta?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder