07 Mayıs 2009
Aslan:
Banu,
sevgili eşine ait olan (ama başkasına imzalanmış?) kitabı (Venezuellalı bir maceraperest olan Rafael De Nogales Mendez ile ilgili
bir kitap) okudum. Keşke adamın kendi anılarını okusaydım. Senin okumanı
önermem, ben de sıkıldım bir parça.
Konumuz
şu,
a) kitabı akşam sana verebilirim
b) kitabı bir zaman (ama ne zaman)
yuvanızda size teslim edebilirim
c) kitabı bir gün (fakat ne gün, hangi
bahar) siz bize geldiğinizde alabilirsiniz
d) b ve c şıkkı sırasında, kitap evde
oradan oraya sürüklenebilir, Ekin’in sanat çalışmalarına hedef olabilir veya
bir köşede unutulmaya yüz tutar.
Gayri
karar, söz, yetki senindir. Aileniz adına vereceğin karara uyacağım.
Banu:
Hepsi
olur (diyerek olayı iyice çıkmaza sokayım).
Aslan,
Sevgili
eşime ait olan ama başkasına imzalanmış kitabı okumadım. Aslen hangi kitaptan
bahsettiğini bile anlamış değilim. Deniz tavsiye ettiğine göre, eğlenceli veya
sürükleyici bir kitap olması ihtimali (kraliçe metaforunu kullanmıştım di mi?)
“dünyada barış” ihtimalinden daha az. Ben şu anda Masumiyet Müzesi ile
sıkılıyorum. Adamın hastalıklı, hatta sapıkça aşkı sinirimi bozmaya başladı,
4253 sigara izmaritiymiş, manyak mıdır nedir? Pamuk’un 6 yıl ne yaptığını
anlamadım, döne döne aynı şeyleri anlatıp duruyor, gövdeyi anladık, her bir
dalı tek tek anlamamız gerekmiyor. Ama başladık bir kere, mecbur bitirecez. Tek
umudum, sonunda o sigara izmaritlerini veya köpek biblolarını veya tuzlukları
yutarak intihar etmesi. Ben bu arada vampir aşkının 4. kitabını bitirdim, gene
buna dönünce iyice yavan geldi.
Asıl
konumuz olan kitaba gelince, ben onu akşam turnikelerde alayım, acelesi olduğundan
değil de, “d” şıkkından dolayı.
Ege’nin
bu ara fazla dağılmasını istemiyoruz, sınava az bir zaman kaldı, hafta sonları
şehre de pek inmeyip, ders çalışmasını sağlamaya çalışıyoruz. Ancak işe yarıyor
mu bilmiyorum, o “eşik”i hala atlatabilmiş değiliz. Bi de zaten bu hafta sonu
mecbur şehre gideceğiz, malum anneler günü olayı. Ondan için, bu hafta sonu
değil de öbür hafta sonu (hem de tatil ya) gelmek bizim açımızdan daha uygun
görünüyor. Gene de belli olmaz. Duruma göre ben Gülsev’i ararım.
Aslan:
Çıkışta
buluşalım o zaman.
Hani
salonda ben bilgisayarda oturuyordum da, Deniz buldu getirdi ya, kahraman
Venezeuella’lı imiş, Osmanlı ordusunda subaylık yapmış, Afrika ve Çin’de bile
savaşmış. O kitap işte. Haa Çin mi, şimdi anımsadım, demeni beklemiyorum
elbette. Ama bak kitap 1,7 kg filan, kalın kağıt kullanılmış.
Bize ise
daima gelebilirsiniz, isterseniz dağevine çıkalım, Ege belki daha rahat
çalışır. Biz de gıda alırız. Ama elbette Gülsev bilir. Ben akıl fikir
yürütüyorum. Sever seni pek çok.
15 Mayıs 2009
Oğlanlarla öğle tatili saatlerimiz değişti, artık denk
gelemiyoruz, onlar yemekten çıkarken benim yemek saatim yeni başlıyor, ben de
yalnız yememek ve onlarla daha çok vakit geçirmek için bazen yemek yemiyorum,
oturup kahve içtikleri yere gidiyorum.
Banu:
Ben öğlen
Güneş’le yemek yiyeceğim. Sizi bu ara biraz ihmal ediyor gibi oldum ama gerçek
şu ki (artık sizden daha fazla saklayamayacağım), haftada 2-3 öğlen yemek
yememeğe başladım (yalnız yemeği sevmiyorum ya), hiç bişey yemeyince insan
acıkmıyor da, yani aslında idare ediyorum, çok fazla rahatsız olmuyorum fakat
bugün bi de Anıt Kabir’e gideceğiz ya, oralarda bayılır kalırım korkusuyla (Güneşin
altında, ayakta ve aç kalırsam, niyeyse, tansiyonum da çabuk düşüyor), yemek
yemeye karar verdim.
Durum
budur.
Herkese
iyi tatiller, çarşambaya görüşürüz.
Aslan:
E ama
pazartesi uğrayacaktık biz, neyse Gülsev’e kararını iletirim.
Banu:
Aşkolsun Aslan.
Pazartesi bekliyorum sizi. Becerebilirsem aklımda bi yemek var, onu yapayım.
Aman şimdi çok ahım şahım bişey bekleme, sonra beynimi yersin, sadece et yemeği
ama çok lezzetli oluyor. Yanına da pilav, salata. Ekinim için de bi çorba
yaparım. Yayla çorbası seviyordu di mi?
Yani
yemeğe gelin, olur mu?
Aslan:
Dur
utandırma beni, sen ne iyi bir insansın. Ben seni mahçup etmek için yazmıştım,
yoksa Gülsev bilir. Hemen sağlam bir ingiliz ipi bulayım. Ühü ühü.
25 Mayıs 2009
ABD’ye giden Feyzan arkadaşıma Ege için vitamin
ısmarlamıştım. Getirdi. Ben de parasını banka hesabına yollayarak teşekkür
ettim.
Feyzan:
Bişey
deel. Bişey merak ettim, bunların faydası oluyor mu? Yani ben hep vitamin
haplarının yararlı olup olmadıklarını merak ederim, kendim hiç kullanmadım ama
alsam mı diyorum. Mesela B12 falan.
Sen bi
bilirkişi olarak ne diyosun?
Banu:
Şekoş,
şimdi şöyle ki, ben de bu vitamin haplarının aynı yüzümüze gözümüze sürdüğümüz
kremler gibi, insana daha çok psikolojik fayda sağladığını düşünüyorum. Fakat
bu hapların bir faydası olabilir çünkü çocuklar artık ne kadar düzenli
beslenirlerse beslensinler her şey hormonlu olduğu için bazı vitamin ve
minerallerden yana eksik kalıyor olabilirler diye düşünüyorum. Bu sana
getirttiğim vitamini de alçak amerikalılar ihraç etmiyor biliyorsun, yani
sadece amerikadan alabiliyorsun, buradan da şu sonucu çıkarıyorum, sadece kendi
çocukları gelişsin istiyorlar ama yemezler, ben yutmam bu numaraları, benimkisi
de gelişecek.
B12 bağışıklık
sistemini çok destekleyen bir vitamindir (bildiğim kadarıyla), istiyorsan al,
hiç bir zararı yok, yalnız iştah açıyor ve bi de sanırsam ki biraz pahalı bir
vitamin.
05 Haziran 2009
İş yerinden bi arkadaş, happy hour gibi bir şeye
çağırıyor herkesi.
Öykü:
Merhabalar,
Bugun düzenlenecek olan
“Happy Hour” etkinliğinde hep beraber olmayı diliyorum.
Banu:
Bu sevimli, incelikli,
kibar, yarı ültimatom yarı nota tadındaki davete maalesef katılamayacağım.
Çünkü neden? Sorarım size, neden? Çünküüüü, eve gidip 14 yaşındaki ergen ve de
gergen olup üstelik de yarın bsb (ya da sbs) sınavına girecek olan oğluma ilgi,
alaka ve dahi şefkat göstermem, kaprislerine boyun eğmem ve onu boğmak istemem
gerekiyor. Ama bütün bunlar olmasaydı da, böyle aktiviteler bana ağır geliyor,
bütün gücümü ve enerjimi bizimkine (yani bizim bölümün eğlencesine) saklıyorum
ama ona bile katılacağımdan emin değilim.
Ama gene bir öğlen bir
acele, koşa koşa lokantaya gidip, neremize ne yediğimizi anlamadan koşa koşa
geri dönmeye varım bak, o olur.
Güneş:
Ben bu kadar güzel
ifade edemesem de aynı dert ve durum bende de var. Hava da kötü şansınıza ama
yine de katılanlara iyi eğlenceler diliyorum.
09 Haziran 2009
Banu:
Bu laf pek hoşuma
gitti...
Hayat kısa gelen bir
battaniye gibidir.
Yukarı çekersin ayak
parmakların isyan eder.
Aşağı çekersin
omuzların titrer.
Ama yine de, neşeli
insanlar dizlerini karınlarına çeker, rahat bir uyku uyumayı başarır...
Aslan:
Seni, minik evim, azıcık aşım
modunda düşünemiyorum pek. Fakat yıllar elbette etkiledi hepimizi bizler fark
edemesek de.
Banu:
Ben bu lafı “minik
evim, azıcık aşım” olarak yorumlamamıştım. Daha çok “ota boka saracağımıza,
sorunlarımıza değil çözümlerimize odaklanarak keyfimize bakalım, Monako
Prensesi olmayı değil belki ama Como Gölü kıyısında rahat bir yaşamı
düşleyelim” gibi yorumlamıştım.
Aslan:
O zaman çok güzel.
12 Haziran 2009
Banu:
Oğlum da “Takdir”
almış. Sadece 1 tane 4’ü varmış, yaaaaa. Siz de oğlumun mezuniyet töreninin
olduğu hafta gezmeye gidin bakalım.
Apla:
Ay ay, senin oğlunun
mezuniyet töreni ne gündü?
Banu:
19 Haziran.
Apla:
Ben oğlumun törenini
kaçıramam. Artık bir hafta erteleriz.
Banu:
Aaaa, sahiden mi? Ay
bak şimdi çok hissi bir an yaşadım, bu kadarına gerek yok dicem ama, seni
üzmeyim diye bunu yazmamıştım valla dün Ege kendisi dedi “Teyzemler
mezuniyetimde burada olmayacaklar mı? Begüm de mi olmayacak?” diye.
Apla:
Tören kaçta?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder