20 Haziran 2016 Pazartesi

Deniz Kızları, Aptal Puma Sendromu, Paris, Kayak, Tekel İşçileri, Muhan Hoca, Göz Kalemi

02 Şubat 2010

“Deniz Kızları” diye bir yazı yolladım. Şöyle;
Adamın biri, her mehtaplı gecede alır başını deniz kıyısına gidermiş. Dönüşünde “ne gördün” diye sorarlarmış: “Dünya güzeli deniz kızları gördüm, altın saçlarını gümüş taraklarla tarıyorlardı” dermiş hep. Bir gece yine tek başına deniz kıyısına vardığında, gerçekten dünya
güzeli deniz kızları görmüş, altın saçlarını gümüş taraklarla tarıyorlarmış.
Döndüğünde yine sormuşlar: Ne gördün?
“Hiç” demiş, “Hiç bir şey!”
Bir blog yazarı da bu hikayeyi Haldun Taner’in “Bir hayalin gerçek olması kadar hayal kırıcı bir şey yoktur” sözüne bağlamış.

Aslan:
Hiç katılamıyorum. Hayalin gerçek olması, olabilecek en güzel şeydir. Ama diğer yandan yazar, sırrın varılacak yerde değil, yolculuğun kendisinde olduğunu söylüyorsa, bu ayrı bir konu ve doğru da.

Aynı gün “Aptal Puma Sendromu” diye bir yazı daha yolladım. Özetle;
Puma avının  peşinden sürdürdüğü "ölüm koşusunu" her zaman avının cüssesine göre ayarlar. Yani bir ceylan ele geçirmek için koştuğu süre ile, bir tavşanın peşinde geçirdiği süre asla aynı değildir. Çünkü puma akıllı bir hayvandır ve koşarken  harcadığı enerji miktarı, avdan elde edeceği potansiyel  enerji miktarını aştığı anda puma koşmaktan vazgeçer. Yenilgiyi kabul edip başka av arar. Bu nedenle ceylanın peşinden fazla, tavşanin peşinden çok daha az koşar.
İşte "aptal puma sendromu" bunun tersini yapan insanların ruh halini ifade etmek için, yani bir tavşanın peşinden yıllarca koşan, sonra da yakaladığı avı bir öğünde bitiren akılsızlar için kullanılır.
Ana fikir: Başarının sırrı pumalıktan, yani harcanan emek, ulaşılan sonuç ilişkisindeki dengeyi iyi saptamaktan geçiyor.

Aslan:
Buna da katılmak mümkün değil ne yazık ki. Bu bizi çok Alman yapmaz mı sonuçta. Oysa bizim harsımız, bir şey elde etmek için değil rıza kazanmak için çalışmayı öğütlüyor bize.

Bilmeyenler için - hars; kültür, ekin demektir.

03 Şubat 2010

İşyerinden bir kaç genç arkadaşımız eğitim için Fransa’ya gidiyordu, içlerinden biri, Fatma, beni pek sever, bana “bir şey ister misiniz?” diye sordu.

Banu:
Ay ay ay ay, severim seni... Fransa’ya gidiyomuş daaa... bi de ısmarlama listesi yapıyomuşşş...

Yok şekoş, güle güle git güle güle gel. Fransa’nın neresine gidiyosunuz? Yani bi Paris yapmadan gelmezsin herhalde, işte oralara benden bi selam söyleyebilirsiniz...

Fatma:
Eğitim 5 gün... Cuma 3 de bitecek.. sonra parise gidip Pazar günü ordan dönmeyi planlıyoruz... özellikle tavsiye edeceğiniz bir yer var mı...

Banu:
Eh, oraya gidince Champ-Elysee’de bi turlamak, sonra da Eiffel’e çıkmak farz olur. Louvre’u gezin diyeceğim ama o kadar vaktiniz yok, gene de en azından bi girip çıkın, havanız olur, ben bi de Sacre Coeur’ü pek severim ama şimdi bu dediğim yerlerin birbirine mesafesi nasıldı hatırlamıyorum tabi, ama hepsi Paris’te, ne olacak ki? Aslında hiç bir şey yapmayıp sokaklarında dolaşıp, cafelerinde kahve içip croissant yeseniz bile yeter.

Sokak çalgıcıları ve ressamlarına mutlaka ilgi yapın. Çalgıcılara mutlaka bahşiş verin (Bunları benim için yapacaksınız. Ben Tunalı’da yeni türeyen çalgıcılara da para vermeden geçemiyorum, karşı kaldırımdaysa bile geçip, parayı verip geri geliyorum)

Hediyelik eşya dükkanlarında kendinizi kaybetmeyin. Ufak tefek bişiler alayım derken dünyanın parasını bir dükkana bırakıverirsiniz.

Ay bak şimdi yazdıkça kıskancım geldi. Daha da yazmıyorum işte.

Fatma:
Tamam bunları yapmaya çalışayım ben de o zaman.. çok teşekkürler banu hn...

(1 hafta sonra)

Banu:
Nasıl geçti?

Fatma:
Çok güzel geçti banu hn. Paris özellikle çok iyiydi... Sadece 1 günümüz vardı. Sabah 7 de kalktık. 7:30 da dışarı çıkıp 12 saatten fazla yürüdük... invalides ten başladık, eiffel in tepesine çıktık- müthişti-, tiyatroyu gezdik -mimari bir sergiye şöyle baktık - zafer anıtına ordan champ-elysee, concorde meydanı, louvre -monalisa-, notre dame içine de girdik sonra da işimiz bitti- dilimiz dışardaydı artık.. sacre coeur a gidemedik, hem çok üşümüştük hem de çok yorulmuştuk en son ayaklarımı hissedemiyordum zaten...

bugün işe gitmedik evdeyim ben şimdi...

04 Şubat 2010

Ablamlarla kayak tatili planlıyoruz gene, Deniz ODTÜ’nün Uludağ’daki tesisleri için başvuru yaptı.

Banu:
Deniz, bu başvuru kabul edildi mi? Diyeceksin ki neden soruyorsun, daha dün bir bugün iki, ancak, bu başvurudan benim anladığım hepimiz aynı odada kalıyoruz, çünkü kaç oda istediğimize dair bir soru olmadığı gibi sen de açıklamaya “2 adet oda istiyorum” dememişin, oradaki “...odaların birine ek yatak” lafından, aklı başında insanların çıkarım yapabileceğini düşünmüş olabilirsin ama ben o kadar emin değilim, yani tamam ODTÜ’nün bir organizasyonu bu ama, bu formlara bakma işini de ODTÜ İşletme mezunu birine vermemiş olabilirler.

Ayrıca Deniz’ciğim, başvuru formunda, beraberinde getireceği kişilerin başvuru sahibinin nesi olduğunu anlamak için doldurulmasının istendiğini tahmin ettiğim “Yakınlık Derecesi” sütununda, baldızı ve bacanağı için “eşimin kardeşi”, ve “eşi” diyen yegane adamsın sanırım, yani memlekette bir tane daha var mıdır bilmiyorum. Begüm de gelse ne diyecektin çok merak ettim, “eşimin kardeşi ile eşinin kızı” mı?

Tekelciler için banka hesap numarası yollayacaktın???

Deniz:
başvuru henüz kabul edilmedi. yani bana geri dönülmedi. Suit oda veya iki kişilik oda diyoruz. bu sanırım  ve umarım iki kişilik odada bir ek yatakla beş kişi kalıcaz olarak anlaşılmaz.

Banu:
Sen var belki de haklı olmak. Ben anlamak. Tamam demek.

04 Şubat 2010

Ben “İlgilenenlere...” diyerek Tekel işçileri için dayanışma fonunun banka hesap numaralarını yolladım.

Güneş:
Ya Banu bu bana daha önce geldi ama kafam karıştı. Bu adamlar hükümete karşı bir harekette değiller mi. Dayanışma fonu ise bir devlet bankasında açılan hesapta birikiyor. Bu tezat değil mi yoksa ben fazla komplo filmleri mi seyrettim!!!

Banu:
Şöyle bir yorum yapıyorum: Bunların derdi Hükümetle şekoş, Devletle değil. Ayrıca para toplamak için sepet mi dolaştıracaklardı, töbe töbe... Hem sanki özeller daha mı iyi? Hepsi satılmış follofoş, aynı bokun soyu değil mi? Bak sinirleniyorum bak, beni sinirlendirme, gelmeyim yanına...

Güneş:
dur aman sen sinirlenme!!! ama şu an hükümet devleti temsil etmiyor mu. Ben biraz karıştım…

Banu:
Bak hala konuşuyo, valla döverim seni...

Hem merak etme, bu hesap numaralarını bana, paranoyanın kitabını yazabilecek düzeyde paranoyak olan kocam yolladı... Her akşam itinayla salonun sokağa bakan pencerelerinin perdelerini kapatıyor. Diyecen ki “e heralde”, ama sayın Asuman Krause, karşımızda 2 bina var bizi dikizleyebilecek veya vurabilecek kişiler için, biri okul, diğeri iş yeri, yani akşam bizim evde olduğumuz saatlerde oralarda kimse olmuyor ama olsun, ya biri bizim salona, ya da Deniz’e taktıysa???? Yaaaa, sen bunları hiç düşünmezsin tabi.

Ayrıca hala apartman kapısındaki zile adımızı yazmadık. Bi düşün bakayım niye???

05 Şubat 2010

İş yerinden bi arkadaş, Muhan Soysal’ın (ODTÜ’nün deli ve bilge hocalarından biri) bir dersi ile ilgili bir yazı yollamış. Özetle, Muhan hoca, aynı resmin orijinali ile kübik tasvirini göstererek "Hayatta hiçbirşey Meninas'in resmi kadar belirgin ve net değildir. İş hayatı gerçekleri size Picasso'nun resmindeki gibi şekil değiştirmiş olarak  gösterir. Picasso'nun resmine bakıp, Meninas'in resmini görebilenleriniz  başarılı olacak, diğerleri kübik şekillere bakıp yanlış anlamlar çıkarmaktan gerçekleri hiç göremeyecek" diye bir hayat dersi verir. E-postada her iki resim de var.

Banu:
Verilen mesajı almakla birlikte, bu yazıda bir yanlış var. Muhan hoca "Meninas'ın resmi" demiş olamaz çünkü “Meninas” ressamın değil tablonun adı. Yanılmıyorsam “Nedimeler” anlamına geliyordu, ressamının adı da Diego Velázquez. Bu tablonun ayrıca önemli bir özelliği var: Resmin sol tarafında Velázquez kendini çizmiştir, önünde bir tual vardır ve resimdeki küçük kızın başının üstündeki aynaya görüntüleri yansıyan bir çiftin (büyük ihtimalle küçük kızın annesi ile babası) resmini yapmaktadır. Tablonun tamamı o çiftin bakış açısından yapılmıştır ve bu 18.yy için oldukça yenilikçi bir bakış açısıdır. Tablonun karşısına geçtiğinizde sanki sizin resminizi yapıyor gibidir ve Velazquez size bakıyordur.

Bunlar okulda sevdiğim konulardı ve böyle çok özellikli bir kaç şey aklımda kalmış işte, yoksa zannetmeyin ki sanat tarihindeki her ressamın her tablosunu ve her tablonun da hikayesini biliyorum...

05 Şubat 2010

Apla:
Selami’den yediğim fırçadan sonra iki arada bir derede yazıyorum. Daha önce konuştuğumuzu sanıyordum ama biz Ankara Üniversitesi’nin Kars’a gitmek için düzenlediği bir operasyona Melek’in torpili ile ilişmiş durumdayız. 24-28 Şubat tarihlerinde. O nedenle ikinci tarih opsiyonu bize uymuyor. Gecikmiş müdahaleden ve verdiğim rahatsızlıktan dolayı özür diler hepinizin gözlerinizden öperim

Banu:
Ebeni...
Peki 1. opsiyon olursa gelecek misiniz ki? Yani Uludağ’dan dönüşümüzle Kars’a gidişiniz arası 2 gün oluyor, sizin açınızdan çok anlamlı bir operasyon olmayabilir...

Apla:
Ben gelemesem de Selami gelir. Artık kaymayı özledi.

Selami:
Banucum, bana hıyar var de, tuzumu kapar gelirim.
yeter ki hıyar deme!

Banu:
Ben???? Sana????? Haaşaaaa... Hiç demem, niye diyim, sen benim bidenecik kocamın eşinin kardeşinin eşisin...

09 Şubat 2010

Banu:
Begümcüğüm, bizdeki bir Remzi Kitabevi poşetinin içinden Body Shop’tan alınmış 1 adet siyah göz kalemi çıktı. Acaba senin olabilir mi diye düşündüm, böyle aldığın ve sonra hiç bi yerde bulamayıp keriz durumuna da düşmemek için kimseye bahsetmediğin bir göz kalemin olabilir mi? Bi düşün bakim...

Begüm:
tabiiki benim, ege yle beraber remziye gitigimizde almistim sonra posetin icine koydum. Hani fazla kerizligimden degil, sadece unutum ;)))

Banu:
OK. Bir dahaki görüşmemizde o kalemi benden iste yoksa ben de unuturum.  

Begüm:
ok :)))
bu sabah croissant ve pain au chocolat idi. Yaaa kiskan khe khe khe

Banu:
Çok alçaksın Begüm, alacağın olsun.

Ben de senin...

Begüm:
Bende seni seviyorum.
ama kar yayiyor ve soguk...

10 Şubat 2010

Banu:
Selamisi, bizim Uludağ olayı yattı, çünkü rektör tam o tarihlerde 2 haftalık uluslararası bi sempozyum düzenliyormuş, mekan olarak da, başka yer yokmuş gibi Uludağ’daki tesisleri seçmiş.

Ayrıca, arabaya da 3 ila 6 bin lira arası bi para sıkışmış, motor rektifiye olacakmış.

E iş yeri durumlarım da malumunuz, boktan.

Bundan sonra eve terörist saldırı bekliyorum. Allahtan yakınsınız, kaçıp size sığınabiliriz.

Botoks mu yaptırsam?

Apla:
Arabanın botoksu seninkinden pahalı.

Selami:
banucum, sağlık olsun, zaten ablan kıskançlıktan çatlardı, acısını çıkarırdı onsuz tatilin.
öptüm

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder