02 Şubat 2010
“Deniz Kızları” diye
bir yazı yolladım. Şöyle;
Adamın biri, her
mehtaplı gecede alır başını deniz kıyısına gidermiş. Dönüşünde “ne gördün” diye
sorarlarmış: “Dünya güzeli deniz kızları gördüm, altın saçlarını gümüş
taraklarla tarıyorlardı” dermiş hep. Bir gece yine tek başına deniz kıyısına
vardığında, gerçekten dünya
güzeli deniz kızları görmüş, altın saçlarını gümüş taraklarla tarıyorlarmış.
güzeli deniz kızları görmüş, altın saçlarını gümüş taraklarla tarıyorlarmış.
Döndüğünde yine
sormuşlar: Ne gördün?
“Hiç” demiş, “Hiç bir
şey!”
Bir blog yazarı da bu
hikayeyi Haldun Taner’in “Bir hayalin gerçek olması kadar hayal kırıcı bir şey
yoktur” sözüne bağlamış.
Aslan:
Hiç
katılamıyorum. Hayalin gerçek olması, olabilecek en güzel şeydir. Ama diğer
yandan yazar, sırrın varılacak yerde değil, yolculuğun kendisinde olduğunu söylüyorsa,
bu ayrı bir konu ve doğru da.
Aynı gün “Aptal Puma Sendromu”
diye bir yazı daha yolladım. Özetle;
Puma avının peşinden
sürdürdüğü "ölüm koşusunu" her zaman avının cüssesine göre ayarlar.
Yani bir ceylan ele geçirmek için koştuğu süre ile, bir tavşanın peşinde
geçirdiği süre asla aynı değildir. Çünkü puma akıllı bir hayvandır ve koşarken
harcadığı enerji miktarı, avdan elde edeceği potansiyel enerji miktarını
aştığı anda puma koşmaktan vazgeçer. Yenilgiyi kabul edip başka av arar. Bu
nedenle ceylanın peşinden fazla, tavşanin peşinden çok daha az koşar.
İşte "aptal puma sendromu" bunun tersini yapan insanların ruh halini ifade etmek için, yani bir tavşanın peşinden yıllarca koşan, sonra da yakaladığı avı bir öğünde bitiren akılsızlar için kullanılır.
İşte "aptal puma sendromu" bunun tersini yapan insanların ruh halini ifade etmek için, yani bir tavşanın peşinden yıllarca koşan, sonra da yakaladığı avı bir öğünde bitiren akılsızlar için kullanılır.
Ana fikir: Başarının
sırrı pumalıktan, yani harcanan emek, ulaşılan sonuç ilişkisindeki dengeyi iyi
saptamaktan geçiyor.
Aslan:
Buna
da katılmak mümkün değil ne yazık ki. Bu bizi çok Alman yapmaz mı sonuçta. Oysa
bizim harsımız, bir şey elde etmek için değil rıza kazanmak için çalışmayı
öğütlüyor bize.
Bilmeyenler için - hars; kültür, ekin demektir.
03 Şubat 2010
İşyerinden bir kaç genç
arkadaşımız eğitim için Fransa’ya gidiyordu, içlerinden biri, Fatma, beni pek
sever, bana “bir şey ister misiniz?” diye sordu.
Banu:
Ay
ay ay ay, severim seni... Fransa’ya gidiyomuş daaa... bi de ısmarlama listesi
yapıyomuşşş...
Yok
şekoş, güle güle git güle güle gel. Fransa’nın neresine gidiyosunuz? Yani bi
Paris yapmadan gelmezsin herhalde, işte oralara benden bi selam
söyleyebilirsiniz...
Fatma:
Eğitim
5 gün... Cuma 3 de bitecek.. sonra parise gidip Pazar günü ordan dönmeyi
planlıyoruz... özellikle tavsiye edeceğiniz bir yer var mı...
Banu:
Eh,
oraya gidince Champ-Elysee’de bi turlamak, sonra da Eiffel’e çıkmak farz olur.
Louvre’u gezin diyeceğim ama o kadar vaktiniz yok, gene de en azından bi girip
çıkın, havanız olur, ben bi de Sacre Coeur’ü pek severim ama şimdi bu dediğim
yerlerin birbirine mesafesi nasıldı hatırlamıyorum tabi, ama hepsi Paris’te, ne
olacak ki? Aslında hiç bir şey yapmayıp sokaklarında dolaşıp, cafelerinde kahve
içip croissant yeseniz bile yeter.
Sokak
çalgıcıları ve ressamlarına mutlaka ilgi yapın. Çalgıcılara mutlaka bahşiş
verin (Bunları benim için yapacaksınız. Ben Tunalı’da yeni türeyen çalgıcılara
da para vermeden geçemiyorum, karşı kaldırımdaysa bile geçip, parayı verip geri
geliyorum)
Hediyelik
eşya dükkanlarında kendinizi kaybetmeyin. Ufak tefek bişiler alayım derken
dünyanın parasını bir dükkana bırakıverirsiniz.
Ay
bak şimdi yazdıkça kıskancım geldi. Daha da yazmıyorum işte.
Fatma:
Tamam
bunları yapmaya çalışayım ben de o zaman.. çok teşekkürler banu hn...
(1 hafta sonra)
Banu:
Nasıl
geçti?
Fatma:
Çok
güzel geçti banu hn. Paris özellikle çok iyiydi... Sadece 1 günümüz vardı.
Sabah 7 de kalktık. 7:30 da dışarı çıkıp 12 saatten fazla yürüdük... invalides
ten başladık, eiffel in tepesine çıktık- müthişti-, tiyatroyu gezdik -mimari
bir sergiye şöyle baktık - zafer anıtına ordan champ-elysee, concorde meydanı,
louvre -monalisa-, notre dame içine de girdik sonra da işimiz bitti- dilimiz
dışardaydı artık.. sacre coeur a gidemedik, hem çok üşümüştük hem de çok
yorulmuştuk en son ayaklarımı hissedemiyordum zaten...
bugün
işe gitmedik evdeyim ben şimdi...
04 Şubat 2010
Ablamlarla kayak tatili
planlıyoruz gene, Deniz ODTÜ’nün Uludağ’daki tesisleri için başvuru yaptı.
Banu:
Deniz,
bu başvuru kabul edildi mi? Diyeceksin ki neden soruyorsun, daha dün bir bugün
iki, ancak, bu başvurudan benim anladığım hepimiz aynı odada kalıyoruz, çünkü
kaç oda istediğimize dair bir soru olmadığı gibi sen de açıklamaya “2 adet oda
istiyorum” dememişin, oradaki “...odaların birine ek yatak” lafından, aklı
başında insanların çıkarım yapabileceğini düşünmüş olabilirsin ama ben o kadar
emin değilim, yani tamam ODTÜ’nün bir organizasyonu bu ama, bu formlara bakma işini
de ODTÜ İşletme mezunu birine vermemiş olabilirler.
Ayrıca
Deniz’ciğim, başvuru formunda, beraberinde getireceği kişilerin başvuru
sahibinin nesi olduğunu anlamak için doldurulmasının istendiğini tahmin ettiğim
“Yakınlık Derecesi” sütununda, baldızı ve bacanağı için “eşimin kardeşi”, ve “eşi”
diyen yegane adamsın sanırım, yani memlekette bir tane daha var mıdır
bilmiyorum. Begüm de gelse ne diyecektin çok merak ettim, “eşimin kardeşi ile
eşinin kızı” mı?
Tekelciler
için banka hesap numarası yollayacaktın???
Deniz:
başvuru
henüz kabul edilmedi. yani bana geri dönülmedi. Suit oda veya iki kişilik oda
diyoruz. bu sanırım ve umarım iki
kişilik odada bir ek yatakla beş kişi kalıcaz olarak anlaşılmaz.
Banu:
Sen
var belki de haklı olmak. Ben anlamak. Tamam demek.
04 Şubat 2010
Ben “İlgilenenlere...”
diyerek Tekel işçileri için dayanışma fonunun banka hesap numaralarını
yolladım.
Güneş:
Ya
Banu bu bana daha önce geldi ama kafam karıştı. Bu adamlar hükümete karşı bir
harekette değiller mi. Dayanışma fonu ise bir devlet bankasında açılan hesapta
birikiyor. Bu tezat değil mi yoksa ben fazla komplo filmleri mi seyrettim!!!
Banu:
Şöyle
bir yorum yapıyorum: Bunların derdi Hükümetle şekoş, Devletle değil. Ayrıca
para toplamak için sepet mi dolaştıracaklardı, töbe töbe... Hem sanki özeller
daha mı iyi? Hepsi satılmış follofoş, aynı bokun soyu değil mi? Bak
sinirleniyorum bak, beni sinirlendirme, gelmeyim yanına...
Güneş:
dur
aman sen sinirlenme!!! ama şu an hükümet devleti temsil etmiyor mu. Ben biraz
karıştım…
Banu:
Bak
hala konuşuyo, valla döverim seni...
Hem
merak etme, bu hesap numaralarını bana, paranoyanın kitabını yazabilecek
düzeyde paranoyak olan kocam yolladı... Her akşam itinayla salonun sokağa bakan
pencerelerinin perdelerini kapatıyor. Diyecen ki “e heralde”, ama sayın Asuman
Krause, karşımızda 2 bina var bizi dikizleyebilecek veya vurabilecek kişiler
için, biri okul, diğeri iş yeri, yani akşam bizim evde olduğumuz saatlerde
oralarda kimse olmuyor ama olsun, ya biri bizim salona, ya da Deniz’e
taktıysa???? Yaaaa, sen bunları hiç düşünmezsin tabi.
Ayrıca
hala apartman kapısındaki zile adımızı yazmadık. Bi düşün bakayım niye???
05 Şubat 2010
İş yerinden bi arkadaş,
Muhan Soysal’ın (ODTÜ’nün deli ve bilge hocalarından biri) bir dersi ile ilgili
bir yazı yollamış. Özetle, Muhan hoca, aynı resmin orijinali ile kübik
tasvirini göstererek "Hayatta hiçbirşey Meninas'in resmi kadar belirgin ve
net değildir. İş hayatı gerçekleri size Picasso'nun resmindeki gibi şekil
değiştirmiş olarak gösterir. Picasso'nun
resmine bakıp, Meninas'in resmini görebilenleriniz başarılı olacak, diğerleri kübik şekillere
bakıp yanlış anlamlar çıkarmaktan gerçekleri hiç göremeyecek" diye bir
hayat dersi verir. E-postada her iki resim de var.
Banu:
Verilen
mesajı almakla birlikte, bu yazıda bir yanlış var. Muhan hoca "Meninas'ın resmi" demiş olamaz çünkü “Meninas” ressamın değil
tablonun adı. Yanılmıyorsam “Nedimeler” anlamına geliyordu, ressamının adı da
Diego Velázquez. Bu tablonun ayrıca önemli bir özelliği var: Resmin sol
tarafında Velázquez kendini çizmiştir, önünde bir tual vardır ve resimdeki
küçük kızın başının üstündeki aynaya görüntüleri yansıyan bir çiftin (büyük
ihtimalle küçük kızın annesi ile babası) resmini yapmaktadır. Tablonun tamamı o
çiftin bakış açısından yapılmıştır ve bu 18.yy için oldukça yenilikçi bir bakış
açısıdır. Tablonun karşısına geçtiğinizde sanki sizin resminizi yapıyor gibidir
ve Velazquez size bakıyordur.
Bunlar
okulda sevdiğim konulardı ve böyle çok özellikli bir kaç şey aklımda kalmış
işte, yoksa zannetmeyin ki sanat tarihindeki her ressamın her tablosunu ve her
tablonun da hikayesini biliyorum...
05 Şubat 2010
Apla:
Selami’den
yediğim fırçadan sonra iki arada bir derede yazıyorum. Daha önce konuştuğumuzu
sanıyordum ama biz Ankara Üniversitesi’nin Kars’a gitmek için düzenlediği bir
operasyona Melek’in torpili ile ilişmiş durumdayız. 24-28 Şubat tarihlerinde. O
nedenle ikinci tarih opsiyonu bize uymuyor. Gecikmiş müdahaleden ve verdiğim
rahatsızlıktan dolayı özür diler hepinizin gözlerinizden öperim
Banu:
Ebeni...
Peki
1. opsiyon olursa gelecek misiniz ki? Yani Uludağ’dan dönüşümüzle Kars’a
gidişiniz arası 2 gün oluyor, sizin açınızdan çok anlamlı bir operasyon
olmayabilir...
Apla:
Ben
gelemesem de Selami gelir. Artık kaymayı özledi.
Selami:
Banucum,
bana hıyar var de, tuzumu kapar gelirim.
yeter
ki hıyar deme!
Banu:
Ben????
Sana????? Haaşaaaa... Hiç demem, niye diyim, sen benim bidenecik kocamın eşinin
kardeşinin eşisin...
09 Şubat 2010
Banu:
Begümcüğüm,
bizdeki bir Remzi Kitabevi poşetinin içinden Body Shop’tan alınmış 1 adet siyah
göz kalemi çıktı. Acaba senin olabilir mi diye düşündüm, böyle aldığın ve sonra
hiç bi yerde bulamayıp keriz durumuna da düşmemek için kimseye bahsetmediğin
bir göz kalemin olabilir mi? Bi düşün bakim...
Begüm:
tabiiki
benim, ege yle beraber remziye gitigimizde almistim sonra posetin icine koydum.
Hani fazla kerizligimden degil, sadece unutum ;)))
Banu:
OK.
Bir dahaki görüşmemizde o kalemi benden iste yoksa ben de unuturum.
Begüm:
ok
:)))
bu
sabah croissant ve pain au chocolat idi. Yaaa kiskan khe khe khe
Banu:
Çok
alçaksın Begüm, alacağın olsun.
Ben
de senin...
Begüm:
Bende
seni seviyorum.
ama
kar yayiyor ve soguk...
10 Şubat 2010
Banu:
Selamisi,
bizim Uludağ olayı yattı, çünkü rektör tam o tarihlerde 2 haftalık uluslararası
bi sempozyum düzenliyormuş, mekan olarak da, başka yer yokmuş gibi Uludağ’daki
tesisleri seçmiş.
Ayrıca,
arabaya da 3 ila 6 bin lira arası bi para sıkışmış, motor rektifiye olacakmış.
E
iş yeri durumlarım da malumunuz, boktan.
Bundan
sonra eve terörist saldırı bekliyorum. Allahtan yakınsınız, kaçıp size
sığınabiliriz.
Botoks
mu yaptırsam?
Apla:
Arabanın
botoksu seninkinden pahalı.
Selami:
banucum,
sağlık olsun, zaten ablan kıskançlıktan çatlardı, acısını çıkarırdı onsuz
tatilin.
öptüm
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder