31 Ağustos 2009
Banu:
Ben öğlen gene Güneş
ile yemek yiyeceğim. Size afiyet olsun.
Not: (Yukarıdakiler
roman ya!) Bu mesajı sadece Aslan’a yollamamın sebebi çünkü
mesaj biraz gecikti, muhtemelen mesajı ilk Aslan görecek ve o esnada hepbiriniz onun yanında olacağınızdan Aslan herkesi bilgilendirir diye düşündüm.
mesaj biraz gecikti, muhtemelen mesajı ilk Aslan görecek ve o esnada hepbiriniz onun yanında olacağınızdan Aslan herkesi bilgilendirir diye düşündüm.
Aslan:
İyi arkadaş Banu,
Mesajın kitle üzerinde
tahripkar etki yapmasa bile sarsıcı etki yaptı bir parça. Baştan başlarsak, sen
Güneş ile yemek yiyorsun, iyi güzel ama biz de en azından karanlıkla yemiyoruz
ki. Arkadaşlar bu noktada durakladılar.
İkinci olarak not
kısmında “yukardakiler roman ya!” demen yıpratıcı bir etki yaptı. Arkadaşlar ne
var, roman açılımı mı oluyor, bizde mi sayıldık, aman kaçalım, huzurlu bir köşe
bulalım şeklinde kuşkulara kapıldılar. Roman da olsa kardeşlerimiz elbette ama
bilinçaltı işte.
Üçüncü nokta ise, muhtemelen
mesajı ilk Aslan görecek kısmı, önce kendi vehmimi yazıyorum, benim ilkim
sonuncum yok ki, tekim zaten. Hani bir başka Aslan daha var da, o da maillerime
mi bakıyor ara sıra gibi düşünce kırıntıları geliverdi birden. Diyelim böyle
değil, o zaman niye “muhtemelen mesajı ilk Aslan görecek?” Başka kim görebilir
ki, bilmediğim başka durum mu var yani?
Görüyorsun kurgu
hızımız 2 mach’ı aştı.
Hem de oturup emekliliklere
ne kaldığını hesapladık tek tek. Ama niye, çünkü..
Banu: (Aslanların kızı anneanne ile birlikte İstanbul’daydı, o hafta sonu
döndü)
Yazdıklarında bir büyük
özlem gidermenin coşkusunu görüyorum. Bu, minik ayak seslerinin etkisi olmalı.
Ben de “Güneş’le yemek
yiyerek aydınlanacağım” diyecektim ama, şimdi bana “ne yani biz seni
karanlıklara mı itiyoruz” gibi bir cevap gelebilir diye, spekülasyonlara mahal
vermeyecek şekilde sade yazmaya çalıştım ama nerdeeeee....
‘Roman’la ilgili
kurguyu kaptıramadım, ben şunu demek istedim: Zaten kendisi 2 satırlık bir not
olan mesaja bir de “not” yazınca, kendi kendime nazire yaptım, hani sanki
yukarıda 6 sayfa hikaye mi var ki? gibisine.
Son olarak, “ilk Aslan”
konusunda şunu söyleyebilirim; bugün kurgu hızınız gerçekten pik yapmış. Ben aslında
senin kendi başına hem ilk hem son olabilen nadir insanlardan olduğunu
vurgulamak istemiştim (bak ben de hiç fena değilim).
Emeklilik mi? O da ne?
Aslan:
Minik ayak sesleri bizi
kendimize getirdi. Dün de dağ evine çıkıp Yeti olduktan sonra akşam 21.00 de
Çayyolu’nda Edip Akbayram konserine gittik ve Ekin de konseri son yarım saate
kadar şarkılara katılarak takip etti. Enerji depoladık. Trampet çalan tavşan
gibi olduk. Canlı konser gibisi yok gerçekten de. Yarın kreş işi de ayarlanacak
ve yakın zamanda Ekin abla, içimiz cızz etse de, bu dünyanın şüpheli
sosyalliğine adım atacak.
01 Eylül 2009
İş
yerindeki genç çocuklardan biri ile arada sırada kitap konuşuyoruz, ben ona
Proust’un Kayıp Zamanın İzinde isimli 7 kitaplık serisini okuması gerektiğini
falan söylemiştim, bi gün “okudun mu bakayım” diye sordum, o da ona ağır
geldiğini, araya başka şeyler girdiğini, bu ara Düşünce Tarihi’ni bitirdiğini
yazmış.
Banu:
Orhan
Hançerlioğlu’nunkini mi okudun? Onu ben de 20 yıl önce falan okumuştum ama
şimdi düşünüyorum, aklımda hiç bir şey yok. Elbette ki o kitaptan da
edindiklerim beni bir adım ötesine hazırlamıştır ama aklımda somut olarak hiç
bir şey kalmamış olması can sıkıcı. Bir kere daha okumak lazım herhalde. Madem
bu civarlarda dolanıyorsun, sana bir de “İnsan Nasıl İnsan Oldu”yu
(M.İlin-E.Segal) tavsiye ederim (benim onu da ikinci kere okumam gerek).
Diğer yazdıklarına da
candan yürekten katılıyorum. Doğru yoldasın. Ancak, her ne kadar sistematik
okuma, okuduğunu sindirmede büyük kolaylık sağlıyorsa da, dediğin gibi, aslolan
okumak, eline ne geçerse, canın ne isterse… Her kitaptan alınacak bir şeyler
mutlaka vardır.
Ben de şimdi “Tapınak
Şövalyeleri” diye bir kitap okuyorum (Yazarı gavur dincisi, koyu katolik adamın
biri, kendi kendime “ulan kendi dincimin kitaplarını okumazken bunu niye
okuyorum” diye sorduğumu da itiraf etmeden geçemeyeceğim) ve bahsettiğin
sıkıntıları yaşıyorum. Yani Avrupa tarihinden nasıl bihaber olduğumuzu dehşetle
farkettim. Bir temel olmayınca okuduklarım da havada kalıyor, anlamakta çok
zorlanıyorum ama en azından bu konudaki cehaletimin farkına vardım, bu kitaptan
kazancım da bu oldu. Bunu bitirince bir aşk romanı okuyacağım, bildiğin sulu
zırtlak bir aşk romanı, “Çölde Çay” değil yani. Bu aralar onları da çok
seviyorum, beynimi dinlendiriyor.
Bak, ben de bir sürü
yazdım, e ne zaman çalışacağız biz?
01 Eylül 2009
Barış
epeydir gelmiyordu, ben de “Sen niye hiç gelmiyosun?” diye mesaj attım. O da
henüz emeklilik işlemlerinin tamamlanmadığını, onunla uğraştığını yazmış,
ayrıca sık gelip giderse birileri bir şey der, konuşurlar diye istemiyormuş.
Banu:
Birinci mazeret tamam.
Diğerini yemişim, katiyen prim vermiyoruz. O lafları söylemesi muhtemel
şahısların hepsinin 5 katı emeğin var burada, hepsinden daha çok hakkın var
burada olmaya, bunlara asla ve kat-a takılmıyoruz, bişi söylerlerse bana
söylerler, benim de verecek 1-2 cevabım olur herhal. Sen keyfine bak.
Barış:
Anacım bana deseler ben
de söylerim. Bunlar arkadan konuşur, yetmezmiş gibi orda burda konuşur. Daha
önce de konuşmuşlukları vardır.
Emek meselesine
gelince, sen de biliyorsun ki emek Şirket’te yemek ile aynı şeydir. Şahıslar o
emekleri yiye yiye şişip bulundukları yere gelip kurbaalar gibi bağrışmıyorlar
mı?
Banu:
Hmmmm, söyleyecek laf
bulamadım. Sen de haklısın, ne diyim, Allahcım düşmanın bile onurlusunu versin.
02 Eylül 2009
Ege
aikidoda hakama sınavına girecek.
Banu:
Sevgili hocam, ctsi
günkü sırat köprüsü, ay yani büyük sınav saat 21:00’de mi sahiden?
İzleyebilecek miyiz yoksa biz fani ölümlülere kapalı mı? Kapalı değilse ne
kadar açık? Yani Ege bütün aile efradını (anneanne, dede, babaanne, hala,
teyze, enişte, 2 kuzen, vb...) sınava davet ediyor da, o meyanda şeettim, sen
bana sanki öyle izlenebilecek bir sınav olmadığını söylemiştin gibi
hatırlıyorum ama emin olamadım.
Sen ne zaman
taşınıyorsun? Aaaaa, bak yazarken aklıma geldi, sana nakliyeci adı
söyleyecektim. Dur şimdi hemen öğrenip sana dönüyorum.
Hoca:
Banu'cuğum, sınav senin
de doğru hatırladığın üzere saat 21'de. Aslında seyirciye kapalı bir sınav
olacak. Salonun içindeki bambumsu perdelerimizi kapatacakmışız. Bir parça
izlenebilir ama bir süre sonra net görülemediği için sıkar sanki.
Ege'nin izleyici
çağırmaktaki özgüvenine hayran kaldım doğrusu. E tabi bu ilk büyük sınavı. Ne
kadar acılı olabileceğini bilmiyor. Ben şahsım adına izleyici istemezdim
sınavda. Ama bizim de Bora'yla şansımıza hep seyirci olurdu. Ali Hoca bu tip
sınavlarda biraz acımasız olur. Ege daha
hiç görmedi, hep öyle tatlı bir Ali Hoca hatırlıyor olabilir. Seyirci olayını
tamamen size bırakıyorum.
Ben ekim sonunda
taşınmayı planlıyorum. Daha kocam haftaya dönecek, biraz soluklanacak, sonra
biz ev bakmaya başlayacağız, araya Bayram girecek vs..vs.. Eh anca Ekim sonu
diye düşündük. Sizin nakliye şirketi ile de konuşmak isterim. Siz iki kamyon
olduğu için mi 1000TL vermiştiniz?
Öptüm
Banu:
Yok. Yani aslında
bilmiyorum, adam önce eşyalara bakmaya eve geldi, sonra da bu fiyatı söyledi. Selami
de bizim bi türevimiz olduğundan, katiyen pazarlık falan yapmadığı gibi “aaaa
1000 az ayol, kaç kişi geleceksiniz, ben sizin yerinizde olsam 1500’den aşağı
taşımazdım” demediği için kendimizi şanslı sayıyoruz. Gerçi zaten bütün parayı
da o verdi biliyorsun.
Hem sadece 1000 değildi
hatırlarsan, adam başı da 30 TL bahşiş verildi (bu da pazarlığın içindeydi,
yani adam ne kadar bahşiş vereceğini baştan sana söylüyor), neticede toplam
1210 lira, hatta bir de öğlen yemeklerini de eklersen 1300 liraya geldi.
03 Eylül 2009
Banu:
Elçin’ciğim, cancaazım,
iki gözüm, datlım gıymatlım, pambık plensesim,
Şekoş iyi ki doğmuşun
kı, valla Emel’cim ne iyi etmiş de doğurmuş seni. Kütahya ellerinde çok özel
bir kutlama olacağını tahmin etmiyorum ama gene de bişiler
yapıyosundur(musundur?) diye düşünüyorum. Beril falan da gelsin de burada güzel
bi yemek olayı yaparız. Ben de, hazır doğumgünün geçmiş olacak, hediye olayının
üstüne mi yatsam diye düşünmekteyim (kadın biraz dara düşmüş biliyon nu), ama
yapmayım di mi, ayıp (ehi ehi).
Biz genel olarak
iyiyiz. Okula hazırlanıyoruz. Yarın Ege’nin okuluna gidip kıyafet, kitap,
defter alışverişini yapacağım. İnternete bi ihtiyaç listesi koymuşlar, 78
kalem, zaten ilk gördüğümde bi baygınlık hissi geldi bana, don lastiğine kadar
yazmışlar neredeyse... töbe töbe. Ne olduğunu bile anlamadığım “çıt çıt dosya”
(agraflı olur mu abla?) veya “poşet dosyalı clear book” (eskiden videoların
kafalarını temizlemek için “clear” kasetleri vardı, gözümünü önüne öyle bir şey
geliyor ama olamaz di mi, anlamsız olur yani) gibi... Bilmem kaç ortalı
spiralli kareli defter, bilmem kaç ortalı spiralsiz çizgili defter, yok küçük,
yok büyük, yok harita metod, zart zort, her ders için de ayrı ayrı tanımlama
yapmışlar. Yani parasından geçtim (ya da parası bana geçti, artık bilemeyeceğim),
oradaki her bir maddeyi takip etmek bile zor. Neyse yani yarın bunlarla
uğraşacağım. Hafta sonu ortalık çok kalabalık olur diye ctsi’ye bırakmak
istemedim.
Ben seni çok öpüyorum.
Nice güzel, mutlu, sağlıklı yaşlara şekoş.
Kendine iyi bak.
(4
gün sonra)
Elçin:
Bebişim, böcüğüm
günaydın,
Mesajını bu sabah
itibariyle almış bulunuyorum. Çokkk mersiiii.
Ben 30 Ağustos
itibariyle izne ayrılmıştım, bugün döndüm. Dolayısıyla maillerime bugün
bakabildim. Tatilde bilgisayar neyin yoktu. Bu konuda yeğenimle kavga etmek
suretiyle mail falan da bakamadım. Bi havalara girmiş, ergen ötesi olmuş.
Geçen pazar günü yazlığa
gittim. Pek iyi geldi, evi, siteyi özlemişim. Su gene soğuktu fekat pırıl pırıldı.
Doğumgünümü de orada kutladık, iyi oldu. Kütahya'da kalsam herhalde hafif
bunalım olabilirdim. Zamanlama iyi oldu yaniii. Cuma gününe kadar yazlıkta
kaldıktan sonra Cuma günü hep beraber (abisinin
karısı ve 3 çocuk ile beraber) arabayla yola çıkmak suretiyle Ankara'ya
geldik. Adam's Family olarak yolculuğun son saatleri biraz zor oldu. İki gün
başım ağrıdı.
Hafta sonu
Ankara'daydım ama kimseleri arayamadım. Bakım ,onarım, kuaför derken geçiverdi
iki gün. Dün 18 00 hızlı tereniyle hızlı bir şekilde Kütahya'ya intikal ettim.
Fakat henüz ortama adapte olamadım. Tatile gitmek iyi de dönüşü pek hoş olmuyor
Allah seni inandırsın.
Ben bayramda Ankara'ya
geleceğim ama sizler bir yerlere gidermisiniz bilmiyorum. Hep beraber yeni
sezon yemeği pek hoş olur şahsen. Hediyeyi miktir et bebişimmm. Ege'nin
listesini görünce çüş dedim şahsen. Çocuklar da bir servete mal oluyor anasını
satayım. Yaşlanınca bakmazlar da piçirikler.
Çokkk öpüyorummmmm
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder