9 Haziran 2016 Perşembe

Minik Ayak Sesleri, Kitaplar, Düşmanın Bile Onurlusu, Ege'nin Hakama Sınavı, Elçin'in Doğumgünü

31 Ağustos 2009

Banu:
Ben öğlen gene Güneş ile yemek yiyeceğim. Size afiyet olsun.

Not: (Yukarıdakiler roman ya!) Bu mesajı sadece Aslan’a yollamamın sebebi çünkü
mesaj biraz gecikti, muhtemelen mesajı ilk Aslan görecek ve o esnada hepbiriniz onun yanında olacağınızdan Aslan herkesi bilgilendirir diye düşündüm.

Aslan:
İyi arkadaş Banu,
Mesajın kitle üzerinde tahripkar etki yapmasa bile sarsıcı etki yaptı bir parça. Baştan başlarsak, sen Güneş ile yemek yiyorsun, iyi güzel ama biz de en azından karanlıkla yemiyoruz ki. Arkadaşlar bu noktada durakladılar.

İkinci olarak not kısmında “yukardakiler roman ya!” demen yıpratıcı bir etki yaptı. Arkadaşlar ne var, roman açılımı mı oluyor, bizde mi sayıldık, aman kaçalım, huzurlu bir köşe bulalım şeklinde kuşkulara kapıldılar. Roman da olsa kardeşlerimiz elbette ama bilinçaltı işte.

Üçüncü nokta ise, muhtemelen mesajı ilk Aslan görecek kısmı, önce kendi vehmimi yazıyorum, benim ilkim sonuncum yok ki, tekim zaten. Hani bir başka Aslan daha var da, o da maillerime mi bakıyor ara sıra gibi düşünce kırıntıları geliverdi birden. Diyelim böyle değil, o zaman niye “muhtemelen mesajı ilk Aslan görecek?” Başka kim görebilir ki, bilmediğim başka durum mu var yani?

Görüyorsun kurgu hızımız 2 mach’ı aştı.

Hem de oturup emekliliklere ne kaldığını hesapladık tek tek. Ama niye, çünkü..

Banu: (Aslanların kızı anneanne ile birlikte İstanbul’daydı, o hafta sonu döndü)
Yazdıklarında bir büyük özlem gidermenin coşkusunu görüyorum. Bu, minik ayak seslerinin etkisi olmalı.

Ben de “Güneş’le yemek yiyerek aydınlanacağım” diyecektim ama, şimdi bana “ne yani biz seni karanlıklara mı itiyoruz” gibi bir cevap gelebilir diye, spekülasyonlara mahal vermeyecek şekilde sade yazmaya çalıştım ama nerdeeeee....

‘Roman’la ilgili kurguyu kaptıramadım, ben şunu demek istedim: Zaten kendisi 2 satırlık bir not olan mesaja bir de “not” yazınca, kendi kendime nazire yaptım, hani sanki yukarıda 6 sayfa hikaye mi var ki? gibisine.

Son olarak, “ilk Aslan” konusunda şunu söyleyebilirim; bugün kurgu hızınız gerçekten pik yapmış. Ben aslında senin kendi başına hem ilk hem son olabilen nadir insanlardan olduğunu vurgulamak istemiştim (bak ben de hiç fena değilim).

Emeklilik mi? O da ne?

Aslan:
Minik ayak sesleri bizi kendimize getirdi. Dün de dağ evine çıkıp Yeti olduktan sonra akşam 21.00 de Çayyolu’nda Edip Akbayram konserine gittik ve Ekin de konseri son yarım saate kadar şarkılara katılarak takip etti. Enerji depoladık. Trampet çalan tavşan gibi olduk. Canlı konser gibisi yok gerçekten de. Yarın kreş işi de ayarlanacak ve yakın zamanda Ekin abla, içimiz cızz etse de, bu dünyanın şüpheli sosyalliğine adım atacak.

01 Eylül 2009

İş yerindeki genç çocuklardan biri ile arada sırada kitap konuşuyoruz, ben ona Proust’un Kayıp Zamanın İzinde isimli 7 kitaplık serisini okuması gerektiğini falan söylemiştim, bi gün “okudun mu bakayım” diye sordum, o da ona ağır geldiğini, araya başka şeyler girdiğini, bu ara Düşünce Tarihi’ni bitirdiğini yazmış.

Banu:
Orhan Hançerlioğlu’nunkini mi okudun? Onu ben de 20 yıl önce falan okumuştum ama şimdi düşünüyorum, aklımda hiç bir şey yok. Elbette ki o kitaptan da edindiklerim beni bir adım ötesine hazırlamıştır ama aklımda somut olarak hiç bir şey kalmamış olması can sıkıcı. Bir kere daha okumak lazım herhalde. Madem bu civarlarda dolanıyorsun, sana bir de “İnsan Nasıl İnsan Oldu”yu (M.İlin-E.Segal) tavsiye ederim (benim onu da ikinci kere okumam gerek).

Diğer yazdıklarına da candan yürekten katılıyorum. Doğru yoldasın. Ancak, her ne kadar sistematik okuma, okuduğunu sindirmede büyük kolaylık sağlıyorsa da, dediğin gibi, aslolan okumak, eline ne geçerse, canın ne isterse… Her kitaptan alınacak bir şeyler mutlaka vardır.

Ben de şimdi “Tapınak Şövalyeleri” diye bir kitap okuyorum (Yazarı gavur dincisi, koyu katolik adamın biri, kendi kendime “ulan kendi dincimin kitaplarını okumazken bunu niye okuyorum” diye sorduğumu da itiraf etmeden geçemeyeceğim) ve bahsettiğin sıkıntıları yaşıyorum. Yani Avrupa tarihinden nasıl bihaber olduğumuzu dehşetle farkettim. Bir temel olmayınca okuduklarım da havada kalıyor, anlamakta çok zorlanıyorum ama en azından bu konudaki cehaletimin farkına vardım, bu kitaptan kazancım da bu oldu. Bunu bitirince bir aşk romanı okuyacağım, bildiğin sulu zırtlak bir aşk romanı, “Çölde Çay” değil yani. Bu aralar onları da çok seviyorum, beynimi dinlendiriyor.

Bak, ben de bir sürü yazdım, e ne zaman çalışacağız biz?

01 Eylül 2009

Barış epeydir gelmiyordu, ben de “Sen niye hiç gelmiyosun?” diye mesaj attım. O da henüz emeklilik işlemlerinin tamamlanmadığını, onunla uğraştığını yazmış, ayrıca sık gelip giderse birileri bir şey der, konuşurlar diye istemiyormuş.

Banu:
Birinci mazeret tamam. Diğerini yemişim, katiyen prim vermiyoruz. O lafları söylemesi muhtemel şahısların hepsinin 5 katı emeğin var burada, hepsinden daha çok hakkın var burada olmaya, bunlara asla ve kat-a takılmıyoruz, bişi söylerlerse bana söylerler, benim de verecek 1-2 cevabım olur herhal. Sen keyfine bak.

Barış:
Anacım bana deseler ben de söylerim. Bunlar arkadan konuşur, yetmezmiş gibi orda burda konuşur. Daha önce de konuşmuşlukları vardır.

Emek meselesine gelince, sen de biliyorsun ki emek Şirket’te yemek ile aynı şeydir. Şahıslar o emekleri yiye yiye şişip bulundukları yere gelip kurbaalar gibi bağrışmıyorlar mı?

Banu:
Hmmmm, söyleyecek laf bulamadım. Sen de haklısın, ne diyim, Allahcım düşmanın bile onurlusunu versin.

02 Eylül 2009

Ege aikidoda hakama sınavına girecek.

Banu:
Sevgili hocam, ctsi günkü sırat köprüsü, ay yani büyük sınav saat 21:00’de mi sahiden? İzleyebilecek miyiz yoksa biz fani ölümlülere kapalı mı? Kapalı değilse ne kadar açık? Yani Ege bütün aile efradını (anneanne, dede, babaanne, hala, teyze, enişte, 2 kuzen, vb...) sınava davet ediyor da, o meyanda şeettim, sen bana sanki öyle izlenebilecek bir sınav olmadığını söylemiştin gibi hatırlıyorum ama emin olamadım.

Sen ne zaman taşınıyorsun? Aaaaa, bak yazarken aklıma geldi, sana nakliyeci adı söyleyecektim. Dur şimdi hemen öğrenip sana dönüyorum.

Hoca:
Banu'cuğum, sınav senin de doğru hatırladığın üzere saat 21'de. Aslında seyirciye kapalı bir sınav olacak. Salonun içindeki bambumsu perdelerimizi kapatacakmışız. Bir parça izlenebilir ama bir süre sonra net görülemediği için sıkar sanki.
Ege'nin izleyici çağırmaktaki özgüvenine hayran kaldım doğrusu. E tabi bu ilk büyük sınavı. Ne kadar acılı olabileceğini bilmiyor. Ben şahsım adına izleyici istemezdim sınavda. Ama bizim de Bora'yla şansımıza hep seyirci olurdu. Ali Hoca bu tip sınavlarda biraz acımasız  olur. Ege daha hiç görmedi, hep öyle tatlı bir Ali Hoca hatırlıyor olabilir. Seyirci olayını tamamen size bırakıyorum.

Ben ekim sonunda taşınmayı planlıyorum. Daha kocam haftaya dönecek, biraz soluklanacak, sonra biz ev bakmaya başlayacağız, araya Bayram girecek vs..vs.. Eh anca Ekim sonu diye düşündük. Sizin nakliye şirketi ile de konuşmak isterim. Siz iki kamyon olduğu için mi 1000TL vermiştiniz?

Öptüm

Banu:
Yok. Yani aslında bilmiyorum, adam önce eşyalara bakmaya eve geldi, sonra da bu fiyatı söyledi. Selami de bizim bi türevimiz olduğundan, katiyen pazarlık falan yapmadığı gibi “aaaa 1000 az ayol, kaç kişi geleceksiniz, ben sizin yerinizde olsam 1500’den aşağı taşımazdım” demediği için kendimizi şanslı sayıyoruz. Gerçi zaten bütün parayı da o verdi biliyorsun.

Hem sadece 1000 değildi hatırlarsan, adam başı da 30 TL bahşiş verildi (bu da pazarlığın içindeydi, yani adam ne kadar bahşiş vereceğini baştan sana söylüyor), neticede toplam 1210 lira, hatta bir de öğlen yemeklerini de eklersen 1300 liraya geldi.

03 Eylül 2009

Banu:
Elçin’ciğim, cancaazım, iki gözüm, datlım gıymatlım, pambık plensesim,

Şekoş iyi ki doğmuşun kı, valla Emel’cim ne iyi etmiş de doğurmuş seni. Kütahya ellerinde çok özel bir kutlama olacağını tahmin etmiyorum ama gene de bişiler yapıyosundur(musundur?) diye düşünüyorum. Beril falan da gelsin de burada güzel bi yemek olayı yaparız. Ben de, hazır doğumgünün geçmiş olacak, hediye olayının üstüne mi yatsam diye düşünmekteyim (kadın biraz dara düşmüş biliyon nu), ama yapmayım di mi, ayıp (ehi ehi).

Biz genel olarak iyiyiz. Okula hazırlanıyoruz. Yarın Ege’nin okuluna gidip kıyafet, kitap, defter alışverişini yapacağım. İnternete bi ihtiyaç listesi koymuşlar, 78 kalem, zaten ilk gördüğümde bi baygınlık hissi geldi bana, don lastiğine kadar yazmışlar neredeyse... töbe töbe. Ne olduğunu bile anlamadığım “çıt çıt dosya” (agraflı olur mu abla?) veya “poşet dosyalı clear book” (eskiden videoların kafalarını temizlemek için “clear” kasetleri vardı, gözümünü önüne öyle bir şey geliyor ama olamaz di mi, anlamsız olur yani) gibi... Bilmem kaç ortalı spiralli kareli defter, bilmem kaç ortalı spiralsiz çizgili defter, yok küçük, yok büyük, yok harita metod, zart zort, her ders için de ayrı ayrı tanımlama yapmışlar. Yani parasından geçtim (ya da parası bana geçti, artık bilemeyeceğim), oradaki her bir maddeyi takip etmek bile zor. Neyse yani yarın bunlarla uğraşacağım. Hafta sonu ortalık çok kalabalık olur diye ctsi’ye bırakmak istemedim.

Ben seni çok öpüyorum. Nice güzel, mutlu, sağlıklı yaşlara şekoş.

Kendine iyi bak.

(4 gün sonra)

Elçin:
Bebişim, böcüğüm günaydın,

Mesajını bu sabah itibariyle almış bulunuyorum. Çokkk mersiiii.

Ben 30 Ağustos itibariyle izne ayrılmıştım, bugün döndüm. Dolayısıyla maillerime bugün bakabildim. Tatilde bilgisayar neyin yoktu. Bu konuda yeğenimle kavga etmek suretiyle mail falan da bakamadım. Bi havalara girmiş, ergen ötesi olmuş.

Geçen pazar günü yazlığa gittim. Pek iyi geldi, evi, siteyi özlemişim. Su gene soğuktu fekat pırıl pırıldı. Doğumgünümü de orada kutladık, iyi oldu. Kütahya'da kalsam herhalde hafif bunalım olabilirdim. Zamanlama iyi oldu yaniii. Cuma gününe kadar yazlıkta kaldıktan sonra Cuma günü hep beraber (abisinin karısı ve 3 çocuk ile beraber) arabayla yola çıkmak suretiyle Ankara'ya geldik. Adam's Family olarak yolculuğun son saatleri biraz zor oldu. İki gün başım ağrıdı.

Hafta sonu Ankara'daydım ama kimseleri arayamadım. Bakım ,onarım, kuaför derken geçiverdi iki gün. Dün 18 00 hızlı tereniyle hızlı bir şekilde Kütahya'ya intikal ettim. Fakat henüz ortama adapte olamadım. Tatile gitmek iyi de dönüşü pek hoş olmuyor Allah seni inandırsın.

Ben bayramda Ankara'ya geleceğim ama sizler bir yerlere gidermisiniz bilmiyorum. Hep beraber yeni sezon yemeği pek hoş olur şahsen. Hediyeyi miktir et bebişimmm. Ege'nin listesini görünce çüş dedim şahsen. Çocuklar da bir servete mal oluyor anasını satayım. Yaşlanınca bakmazlar da piçirikler.

Çokkk öpüyorummmmm

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder