24 Mart 2009
Ahsen
bir şeyler yazmış, bana yollamış, fikrimi soruyor.
Banu:
Ahsenciğim,
sen bunu yazarken bi yere mi yetişiyordun, valla sonuna geldiğimde nefes nefese
kalmıştım, bu ne acele, bu ne telaş, bu ne panik...
Şekoş,
birincisi, yazılarında nokta, virgül, küçük harf, büyük harf, tırnak işareti
gibi noktalama işaretlerini kullanırsan ifadelerin daha güçlü olur. Okurken
gerekli vurguları, esleri kendim koyup cümleyi anlamaya çalışırken anlam
kayboluyor. İkincisi, aklından geçeni aklından geçtiği gibi ve aklından geçtiği
hızda yazmışın. Dolayısıyla içerik de netliğini kaybetmiş. Konuşur gibi yazmak
metne akıcılık kazandırır ancak, bunu başkalarının “okuyacağını” yani
“dinlemeyeceğini” göz önünde bulundurmak gerek, naçizane düşüncem budur. Çok
dolusun ve gerçekten yazmaya değer düşüncelerin var, çalışmaya devam.
Eğer izin
verirsen metninde düzeltmeler yaparım.
Çok
öptüm.
Ahsen:
Düzeltmen
için gönderdim ben yazarken bir anda kendimi şimdide olduğu gibi kaybediyorum
ve o işartelerin yerini bile bilmiyorum ama bir tane daha yazdım birkaç zaman
sonra onu da göndersem burada telefon daki gibi sevimli yüz işareti yok hi hi.
Kendine
iyi bak
20 Mart 2009
Barış “Sihirli Yeşil Karışım - Prof. Mehmet ÖZ”
diye bir tarif yollamış.
Banu:
La olm, yani bi tarif
yollamışın ki dağlara taşlara. Yorumlarım aşağıda koyu renkli yazılar.
SİHİRLİ YEŞİL KARIŞIM
- 2
küçük tabakta ıspanak (isteğe göre iyice yıkanıp çiğ olarak karışıtırılabilir) (Niye 2 “küçük” tabakta? Yani 1 büyük
tabağa koysak olmuyor mu? İlle 2 tabak mı kirletecez? Böyle miktar verilir mi?
Niye “gr” cinsinden vermiyor?)
- 1
tutam kereviz (bu adam ömründe kereviz
görmemiş herhalde, “1 tutam kereviz” ilginç bir görüntü olurdu, onu da ancak
Hagrid’in kardeşi tutabilir zaten. Sakın “kerviz sapı” demek istemiş olmasın? Öyle
bile olsa, sanki her yerde tutam tutam kereviz sapı satılıyor, töbe töbe...)
- 2
salatalık
- Yarım
çay kaşığı zencefil
- Bir
tutam maydanoz.
- 1
elma (isteğe göre tatlandırmak için 2 adet eklenebilir) (1 ile 2 arasında 1 misli fark var. Ayrıca, n’apacaz bunu? Bütün olarak
tencereye mi atacaz, kabuğunu mu soyacaz, rendelicez mi, dilim dilim mi
koyacaz? Allaalla ya, illet olurum böyle tariflere)
- 1
tutam ıhlamur.
- Yarım
veya 1 adet limon (buyur, bu da tam
süper olmuş) Bu sebzeleri karıştırıp, suyunu çıkardıktan sonra günde isteğe
göre 2 veya 3 bardak içilebilir. Ama özellikle sabahları 1 bardak içmeyi
unutmayın! Böylece gününüz zinde geçecektir. (Bu kısmı prima, yani bunları karıştırıp suyunu çıkarsan yarım kahve
fincanı su çıkar lan, ne 2-3 bardağı, deli mi ne. Hem ben bunun suyunu
çıkarmakla uğraşacağıma hepsini yerim daha iyi, değil mi? Ha yok su katıp
kaynatmaktan bahsediyorsa, ne kadar su konacak? Ne süre ile kaynatılacak? Soğuk
mu içilecek sıcak mı? 12 ölçek yapıp dolaba koysak oluyor mu yoksa taze taze mi
yapmak gerekiyor? Vb.)
Bak, ben de fena
değilim ha?
08 Nisan 2009
Merve
Ece Temelkuran’ın “Sen yanlış kadını sevdin” başlıklı yazısını yollamış. Özet
olarak Lale Belkıs ile ilgili bir yazı, bir yerinde eski Türk filimlerindeki
“kötü kadın” rolü üzerine kendisinin yorumu “…Şehirli bir kadın olarak kendi
dengim bir adam bulmuşum, birlikteyim. Ve fakat sonra köyden bu 15 yaşındaki
kız geliyor ve aramıza giriyor. Adam da o çocuğu seçiyor. Burada ben mi kötüyüm
şimdi?” Şahsen ben buna tamamen katılıyorum.
Banu:
Türk kadınının bugünkü
silik-sinik halinin, çarpılmış, daha doğrusu oturmamış değerlerinin sorumlusu
olarak o yıllardaki Türkan’lı, Hülya’lı, Filiz’li, Fatma’lı filmleri görüyorum
ben. Yarattıkları doğal olmayan, irrasyonel kişiliklerle hem erkeklerin kadınlardan
beklentilerini hem de kadınların kendilerinden beklentilerini sürreal bir
seviyeye getirmişlerdir, diyorum.
Hadi bakalım, buna ne
dicen?
Merve:
Kahrolsun 70'lerin Türk
Sineması, kafa karıştıran çarpık modeller sunan ..."çocuk da yaparım,
kariyer de" lafıyla mükemmellik
dayatan erkek egemenliği!!!....
Dedikodu yapıyım: Obama
“dünyayı anneler yönetmeli” demiş biliyo musun...
Banu:
Dünyayı kendi yönettiği
için bol keseden sallıyo dingil. Erk sahibinin ona buna paye dağıtması, veya
dağıtıyormuş gibi yapması kolaydır biliyorsun.
09 Nisan 2009
Sabahları
Güneş ile kahvaltı ediyoruz. Peyniri o getiriyor, ben simiti alıyorum.
Güneş:
Bizim evde peynir
kalmadı
Banu:
Ne yani, hepsini ben mi
yedim? Şimdi böle olduk di mi? Taam len ağlama, yarın ben getiririm.
Güneş:
Ay hazırlıksız
yakaladın beni oğlanla konuşuyordum hebele gübele deyip durdum... Getirmezsen
getirme ağlayacağım işte.... olmadı ben alırım... daha da gelmem...
Banu:
Sus. Getirecem dedim,
getirecem, getirmeyen naha böle “O” ossun.
Güneş:
Yahu unutursun falan,
deme ööleee
Banu:
Yok kardeşim, laf
ağızdan bir kere çıkar, getirmezsem öle olcam anasını satim...
Güneş:
Yani bu saatte beni
güldürdün ya....
30 Nisan 2009
Banu:
Ben öğlen Güneş’le
yiyeceğimden sizleri göremeyeceğim galiba…
Bu arada dün dişimi
yaptırdım. Akşam biraz ağrım oldu ama bugün iyiyim, daş gibiyim. Ancak şunu da
söylemeden geçemiyeceğim, sakın ola ki yağmurlu bir günde akşam 17:30 civarında
Karum’un oralarda park yeri aramayın. Esat-GOP-Kavaklıdere turunu 3 kere attıktan
sonra gene kuzu kuzu gidip annemlerin sokağına parkettim. Ne varsa anneciğimde
var zaten. Gerçi bu da çok akıllıca olmadı çünkü pahalı diye girmediğim
Karum’un otoparkı 8 liraydı, ben annemlerin sokağından dişçiye gidiş-geliş taksiye
10 lira ödedim, bi de vakit kaybettim. Ama olsun, alçak otoparkçıya para
kaptırmadım, alçak taksiciye kaptırdım. Hayatta her şey tercihlere bağlı, bu da
kulağınıza küpe olsun.
Herkese iyi tatiller.
Aslan, bu mesajımı
nasıl buldun? Yeterince uzun ve sıcak ve sevimli mi?
Aslan:
Uzun değil ama sıcak ve
bizden. Daima beklerim.
04 Mayıs 2009
Ben
Güneş’e “kız arkadaşlar” diye bir yazı yolladım.
Banu:
Bu yazı
bana her sene 1-2 kere gelir, her seferinde de severek okurum. Sen de oku...
Güneş:
Bu aralar
hormon durumum ortada...
Banu:
Ne demek
şimdi bu? N’olmuş hormonlarına?
Güneş:
Ne
bileyim bu aralar ota boka ağlar oldum ya hormonlarım dengesiz diye düşünüyorum
(oğlanın askeri okullar sınavında kadının birinin haline ağladım ya hani.)
Banu:
Ah
bebişim, sen bu yazıya ağladın mı? Aboooo, bu ara senin yanında dikkatli olmak
lazım. Hani ben de ota boka zırlama konusunda hiç fena değilimdir ama bunda da
bişi yok ki lan, oha yani. Ay eyvaaah, anneler gününde falan hapı yuttun sen o
zaman...
Güneş:
Kaçılın
yanımdan...
06 Mayıs 2009
Bi
seminerle ilgili duyuru geldi.
Aslan:
Zamanı
uygun olanın dinlemesini öneririm.
Banu:
Ha yani
sen katılmayacaksın? Çünkü kapının arkasında Ekin var, di mi? Bizde de Ege’nin
arkasında kapı var da, o meyanda yani...
Aslan:
Bravo,
çok zekice.
Banu:
Seni
güldürdüm galiba...
Aslan:
Gülümserken
düşündüm.
Banu:
Dur!
Devam etme! Zaten herşeyin böyle başladığından şüpheleniyorum.
(1 saat sonra)
Aslan:
Tamam,
neredeyse bir saat oldu duralı. Halbuki, Shakespeare'i anımsatacak bir diyalog
oluşuyordu yavaş yavaş, yazık oldu.
Banu:
Ama ben
diyaloğu durdur dememiştim ki, düşünmeyi durdur demek istemiştim.
Aslan:
Ben
korktum bir parça.
Banu:
Yoook,
merak etme, sen bile tek başına o kadar güçlü değilsin, ikimiz bir olup
“volt...’u” oluşturursak (“voltran” diyemedim çünkü onda 5 kişi vardı), işte o
zaman korkutucu oluruz.
Ay bi de
gölgelerin gücü adına bişiler yapan biri vardı, o neydi o? Hah, yazarken aklıma
geldi, He-man’di di mi? En sonunda da hep “bu bölümden çıkarılacak ders”
şeklinde bir şeyler söylerdi, “demek ki neymiiiiş, canavarları kızdırmayın,
kılıçsız dışarı çıkmayın” gibi... yok tam böyle değildi ama buna benziyordu...
Aslan:
Orada İskeletor'u
tutardım hep, çünkü ilkeli bir kardeşti ama yönetmen, ah o yönetmen.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder