7 Haziran 2016 Salı

Asalet, Adı Aylin, Pishal, Zamanda Yolculuk, Alerjiler, Barış Gelir Hoşgelir

24 Temmuz 2009

Banu:
Ben öğlen Belgin ile yemek yiyeceğim, size afiyet olsun ve de iyi haftasonları...

Barış:
Ben de tam gelmek üzere yola çıkıyorum...

Banu:
Hadi len!

Aslan:
Büyüğüne bu nasıl hitap. O ki bizlerden uzakta ve yalnız, sıcaklığımıza muhtaç. Zerafet ve nezaket, prenseslerin doğal özelliklerinden biri değil mi artık?

Banu:
Bak şimdi Barış KaraÇilek’inden mesaj atmış “valla yoldayım” diye (medeniyet azizim, hem araba kullan hem maillerine bak), mesajımı gayet doğal ve sıcak bulmuş gibi...

Asıl toprak sahibi olup rantiye yaşamak prenseslerin doğal özellikleri ama nerdeeeee... Artık asla bir prenses gibi yaşayamayacağımı kabul etmem gerek sanırım, sadece asaletle de olmuyor ki...

Aslan:
Anlıyorum, ancak Belgin ile yersen kendini leydi gibi hissediyorsun demek ki. Belginin de bir prenses olduğunu düşünürsek mantıklı bir kabul.

Banu:
Ya Aslan... aman neyse, seninle uğraşamayacağım, hadi gidin yemeğinizi yiyin, yokluğumu da hissedin...

Barış:
Hö? Ben annamadım

Banu:
La olm, sen önüne baksana, deli misin nesin, araba kullanırken cambazlık yapıyorsun, bak çok tehlikeli, yapma böyle...

28 Temmuz 2009

Banu:
Adı Aylin’i okuyorum. Bu kitabın ve yazarının niye bu kadar meşhur olduğunu anlamadım. Yani Aylin’in hayatı zaten ilginçmiş, yazar da bunu kronolojik sırayla yazmış, yani bir roman tadı bile vermedi. Geçen isimler ilginç, Soysal Han’ın apartman olduğu zamanlar falan, o zamanın sosyal yaşantısı, bunlar hoşuma gitti. Ama ne Aylin’den fazla hoşlandım ne de yazarından.

Şimdi diyecen ki “eeeee???”, ee’si sağlık, okuduğum kitaplarla ilgili fikirlerimi paylaşmak hoşuma gidiyor, Aslan da yok, seni kurban seçtim.

Beril:
Manyak kadın bunca işin arasında bununla da mı uğraşıyorsun töbe töbe... Ben de zaten başka hiçbir kitabını almadım. Yazarı bizimle bir ara çalışmış olan bi çocuğun teyzesiydi o açıdan merak etmiştim. Aslında ben hiç meraklı değilimdir zaten merak kediyi bilem öldürür yaaaa...
Sen iyisi mi Aslan'ı bekle hebe hebe

28 Temmuz 2009

Barış:
Kardeşler günaydın,

Dün itibariyle Şirket ile tüm ilişkim sona erdi. Bana ne kaldı derseniz; 48000 tazminat + 4000 izin= 52000 TL. Ahanda 22 yılın faturası. Tahmin ettiğim gibi ihbarı vermemişler... Hayır, kızdığım, vermeyen heriflerin Şirket’e benim yaptığım hizmetin yıl olarak bile 4 te 1 ini yapmamış olması.

Neyse. Az sonra sigortaya gidip maaş bağlatacağım. Onu da öğrenince bildiririm.

Banu:
Sen dün burada mıydın?
Ay şunları da ittiret allasen, hiç biri senin kesip attığın tırnak olamaz. İçerlemeni anlıyorum ama şunlara kızdığına, kafanda yer ayırdığına değmez.

Hayırlı olsun, ne diyelim. İkinci zaiyat olmak da sana kısmetmiş. Darısı başımıza...

Barış:
Dün ölden sonra gelip kalan 2 imzayı ve diğer ıvırzıvırı hallettim. Saat 3 gibi işim bitti ve hızla eve giderek helaya kendimi zor attım. Üzerinize afiyet 2 (bugünle 3) gündür pishal olmuşum, hayat zor. Akşama kadar burda nasıl durucam onu da bilmiyorum.

Banu:
Ayyyyyy, ne kötüdür o da, hele sıkıştıranı insana soğuk terler döktürür valla. Eğer geceleri tuvalete kalkmıyorsan, ve mıçmaların arası yarım saatten uzunsa, buna sinirsel ishal (ya da pishal) diyorlar, yani buradaki durumlara gerildiğin için olabilir. Maalesef yaş itibariynen duygusal sıkıntılarımızın fizyolojik sonuçları daha çok olmaya başladı. Hani eskiden bi sinirlendirip geçen şeyler, şimdi kötümüze, başımıza, midemize vurmaya başladı. B vitamini al (bağırsak florasını onarmak için), bir de yasemin çayı iç, akşama bir şeyciğin kalmaz.

Kendine iyi bakacaktın hani?

Barış:
Güzin abla mısın be abla...?

Banu:
Ay vallahi bende de öyle bir his uyandırmıştı yazdıklarım ve de Allah seni inandırsın, mesajımı “evladım, öyle öpüşmekle çocuk olmaz...” diye bitirecektim ama tam o sırada telefon çaldı, konuşmam bittiğinde ne yazacağımı unutmuştum.

29 Temmuz 2009

Barış:
4. roman ile ilgili bir taslak ekte. Etik sınırları biraz zorlayalım bakalım.

Taslak, zamanda yolculuk ile ilgili, adam geçmişe gidiyor, geçmişte bilmeden annesine aşık oluyor, falan filan…

Aslan:
Biraz mı? Okuyun ve karar verin lütfen.

Banu:
Eğer zamanda yolculuk kabulünden yola çıkıyorsak, böyle bir olayın gerçekleşme ihtimalini de kabul etmemiz gerekmez mi? Hatta kahramanımız kadın olsaydı, geçmişte babasına (bilmeden) aşık olup geleceğe hamile olarak dönebilirdi. Bu durumda kendi kardeşini doğurmuş olurdu, ya da kendisini doğurup kendi kendisinin annesi olabilirdi (Ha? Ne? Bunu ben bile anlamadım). Neyse, kutsal kitap yazmıyoruz neticede, bu bir kurgu, cinayet de hiç etik değil ama millet cayır cayır cinayet romanları yazıyor.

Barış:
Bravo...daha iyi örnek olamazdı. İşte budur. Sonu olduğu gibi kalmalıdır.

Aslan:
Fakat şu noktaya dikkatinizi çekerim. Hadi diyelim tüm mübarek kuralları bir kenara koyalım bir an. Kız geçmişe dönse, babasına aşık olsa ve tekrar geleceğe dönse kendini doğuracağı sadece çok küçük bir olasılık. Herhangi bir bebek de doğabilir.

Ya da erkek kahramanımız geçmişe döndü ve bir aksilik sonucu annesi olacak kızın öldüğünü gördü, e ne olacak o zaman, hemen orada buhar mı olacak kahramanımız? Ya da hemen zamanına geri döndü, kime anne diyecek, ya da otomatik olarak başka bir kadından mı doğmuş olacak? Görüyorsunuz netameli konular bunlar. Geçmişte yapılan herhangi bir eylem, tarihi değiştirebilir doğal olarak.

Neyse gelecekte, bu konunun üzerinde duracağız yine. Belki ben de daha modern düşünme yetimi geliştirebilirim.
Diğer görüş sahipleri, ne dersiniz, okuyucu hazır mı böyle kurgulara?

Banu:
Ha şimdi “okuyucu hazır mı” dersen durum değişir. Ben kendi içimizde bakış açısının nasıl olması gerektiğini tartışıyorum çünkü biz çok akıllıyız, zekiyiz, şahaneyiz, bunu tartışabiliriz. Ama herkes bizim gibi değil ki. Bunun kökenleri oldukça eskidir biliyorsunuz, sanat sanat için midir yoksa sanat halk için midir? Bu tartışmanın kendisi de entellektüel düzeyde yapıldığı için halkın bunlardan hiç haberi olmamıştır, zaten olsaydı umursar mıydı bilmem. Halk bir şeyi sever ya da sevmez, polemiğe girmez. Bu durumda “okuyucu”nun kim olduğu, yani hedef kitle önem kazanıyor. Hadi buna karar verelim...

Ben 3-5 sene önce, 2 ayrı adamla aynı gün sex yapıp iki ayrı yumurtası döllenerek, ikiz olmayan ikiz çocuk doğuran kadının haberini okumuştum gazetede, bak bu da işlenebilecek bir konu, bu tabi bir macera romanından ziyade ilişkiler, algılamalar, duygular üstüne bir roman olurdu ama ilginç, di mi?

Barış:
Güzelim onu da sen yaz 1 zahmet. Biri 2-3 ay sonra hazır olabilecek, öbürü çok kaba taslak 2 roman var zaten elimizde.

29 Temmuz 2009

Tatil maceramızı okuyan Sibel arkadaşım “…öldürdün beni gülmekten… sadece, mayo şortun paçaya sıkıştırma olayını kavrayamadım. En kısa zamanda görsel bir açıklama rica ediyorum. Tabii bi de neden denize girmediğini heç anlamadım…” diye yazmış.

Banu:
E benim güneş alerjim var ya, daha doğrusu güneş ayrı alerji yapıyor deniz suyu ayrı. Yani deniz suyuna da alerjim var, çok vahim bir şey olmuyor, beyaz beyaz kabarıyorum ama, şansımı zorlayacak kadar denize düşkünlüğüm yoktur zaten.

Ayrıca çayıra çimene, yabani otlara, polenlere, kedi-köpek tüyüne, ev akarlarına “yüksek derecede” alerjim var. Ondan için özellikle yazın habire hapşırıyorum ama böyle yaşamaya alıştım.

Ayrıca lipton harmanına (siyah çay veya earl grey), novaljin’e, incidal’e ve sanırım bazı parfümler (bunu henüz keşfedemedim, bir tanesi etkiliyor ama hangisi) ile deterjanlara da alerjim var. Bunların her birinin vücudumdaki (diri olan) etkisi de farklı oluyor, kimi yüzümü şişiriyor, kimi belimdeki belli bir bölgeyi kabartıyor, kimi hapşırtıyor, kimi fısır fısır kabartıyor, kimi iri beyazlıklar olarak kabartıyor, kimi kaşındırıyor, kimi sadece görüntüyü bozuyor, öööle yani.

Böyle arka arkaya yazınca kabus gibi görünüyor ama o kadar da kötü değil, insan böyle de yaşıyor.

Sibel:
Diri derken bu vücudu mu kastediyorsun? :))

Banu:
Herşeye rağmen ayaktayım, di mi?

30 Temmuz 2009

Barış:
Günaydıns, bugün Şirkete girişim için gerekli işlemleri yapabilir misin?
Teşekkürler.

Banu:
Ay senin kibarlığını yiyim. Tabi ki yaparım, neddemek, köpeen olur. Hatta yaptım bile... Başka bişi???

Barış:
Süpersin be Güzin ablam. Gözünün yağını yiyim.

Banu: (Millete haber veriyorum)
Öğlen Barış geliyor, ben giriş işlemlerini yaptım.

Aslan:
O bizim kardeşimiz. Şirket’in de görüp göreceği en büyük beyinlerden biri. Ama nedense ülkem gibi, şirketim de katlanamıyor, akıllı, onu geliştirecek evlatlarına. Demek ki böyle yürüyor bu işler. Bize de çok zengin olup, döner koltukta pencereden dışına bakarken, birden geri dönmek kalıyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder