24 Temmuz 2009
Banu:
Barış:
Ben de tam gelmek üzere
yola çıkıyorum...
Banu:
Hadi len!
Aslan:
Büyüğüne bu nasıl
hitap. O ki bizlerden uzakta ve yalnız, sıcaklığımıza muhtaç. Zerafet ve
nezaket, prenseslerin doğal özelliklerinden biri değil mi artık?
Banu:
Bak şimdi Barış
KaraÇilek’inden mesaj atmış “valla yoldayım” diye (medeniyet azizim, hem araba
kullan hem maillerine bak), mesajımı gayet doğal ve sıcak bulmuş gibi...
Asıl toprak sahibi olup
rantiye yaşamak prenseslerin doğal özellikleri ama nerdeeeee... Artık asla bir
prenses gibi yaşayamayacağımı kabul etmem gerek sanırım, sadece asaletle de
olmuyor ki...
Aslan:
Anlıyorum, ancak Belgin
ile yersen kendini leydi gibi hissediyorsun demek ki. Belginin de bir prenses
olduğunu düşünürsek mantıklı bir kabul.
Banu:
Ya Aslan... aman neyse,
seninle uğraşamayacağım, hadi gidin yemeğinizi yiyin, yokluğumu da hissedin...
Barış:
Hö? Ben
annamadım
Banu:
La olm,
sen önüne baksana, deli misin nesin, araba kullanırken cambazlık yapıyorsun,
bak çok tehlikeli, yapma böyle...
28 Temmuz 2009
Banu:
Adı
Aylin’i okuyorum. Bu kitabın ve yazarının niye bu kadar meşhur olduğunu
anlamadım. Yani Aylin’in hayatı zaten ilginçmiş, yazar da bunu kronolojik
sırayla yazmış, yani bir roman tadı bile vermedi. Geçen isimler ilginç, Soysal
Han’ın apartman olduğu zamanlar falan, o zamanın sosyal yaşantısı, bunlar
hoşuma gitti. Ama ne Aylin’den fazla hoşlandım ne de yazarından.
Şimdi
diyecen ki “eeeee???”, ee’si sağlık, okuduğum kitaplarla ilgili fikirlerimi
paylaşmak hoşuma gidiyor, Aslan da yok, seni kurban seçtim.
Beril:
Manyak
kadın bunca işin arasında bununla da mı uğraşıyorsun töbe töbe... Ben de zaten
başka hiçbir kitabını almadım. Yazarı bizimle bir ara çalışmış olan bi çocuğun
teyzesiydi o açıdan merak etmiştim. Aslında ben hiç meraklı değilimdir zaten
merak kediyi bilem öldürür yaaaa...
Sen iyisi
mi Aslan'ı bekle hebe hebe
28 Temmuz 2009
Barış:
Kardeşler günaydın,
Dün itibariyle Şirket ile
tüm ilişkim sona erdi. Bana ne kaldı derseniz; 48000 tazminat + 4000 izin=
52000 TL. Ahanda 22 yılın faturası. Tahmin ettiğim gibi ihbarı vermemişler...
Hayır, kızdığım, vermeyen heriflerin Şirket’e benim yaptığım hizmetin yıl
olarak bile 4 te 1 ini yapmamış olması.
Neyse. Az sonra
sigortaya gidip maaş bağlatacağım. Onu da öğrenince bildiririm.
Banu:
Sen dün burada mıydın?
Ay şunları da ittiret
allasen, hiç biri senin kesip attığın tırnak olamaz. İçerlemeni anlıyorum ama
şunlara kızdığına, kafanda yer ayırdığına değmez.
Hayırlı olsun, ne
diyelim. İkinci zaiyat olmak da sana kısmetmiş. Darısı başımıza...
Barış:
Dün ölden sonra gelip
kalan 2 imzayı ve diğer ıvırzıvırı hallettim. Saat 3 gibi işim bitti ve hızla
eve giderek helaya kendimi zor attım. Üzerinize afiyet 2 (bugünle 3) gündür
pishal olmuşum, hayat zor. Akşama kadar burda nasıl durucam onu da bilmiyorum.
Banu:
Ayyyyyy, ne kötüdür o
da, hele sıkıştıranı insana soğuk terler döktürür valla. Eğer geceleri tuvalete
kalkmıyorsan, ve mıçmaların arası yarım saatten uzunsa, buna sinirsel ishal (ya
da pishal) diyorlar, yani buradaki durumlara gerildiğin için olabilir. Maalesef
yaş itibariynen duygusal sıkıntılarımızın fizyolojik sonuçları daha çok olmaya
başladı. Hani eskiden bi sinirlendirip geçen şeyler, şimdi kötümüze, başımıza,
midemize vurmaya başladı. B vitamini al (bağırsak florasını onarmak için), bir
de yasemin çayı iç, akşama bir şeyciğin kalmaz.
Kendine iyi bakacaktın
hani?
Barış:
Güzin abla mısın be
abla...?
Banu:
Ay vallahi bende de
öyle bir his uyandırmıştı yazdıklarım ve de Allah seni inandırsın, mesajımı
“evladım, öyle öpüşmekle çocuk olmaz...” diye bitirecektim ama tam o sırada
telefon çaldı, konuşmam bittiğinde ne yazacağımı unutmuştum.
29 Temmuz 2009
Barış:
4. roman
ile ilgili bir taslak ekte. Etik sınırları biraz zorlayalım bakalım.
Taslak, zamanda yolculuk ile ilgili, adam geçmişe
gidiyor, geçmişte bilmeden annesine aşık oluyor, falan filan…
Aslan:
Biraz mı?
Okuyun ve karar verin lütfen.
Banu:
Eğer
zamanda yolculuk kabulünden yola çıkıyorsak, böyle bir olayın gerçekleşme
ihtimalini de kabul etmemiz gerekmez mi? Hatta kahramanımız kadın olsaydı,
geçmişte babasına (bilmeden) aşık olup geleceğe hamile olarak dönebilirdi. Bu
durumda kendi kardeşini doğurmuş olurdu, ya da kendisini doğurup kendi
kendisinin annesi olabilirdi (Ha? Ne? Bunu ben bile anlamadım). Neyse, kutsal
kitap yazmıyoruz neticede, bu bir kurgu, cinayet de hiç etik değil ama millet
cayır cayır cinayet romanları yazıyor.
Barış:
Bravo...daha
iyi örnek olamazdı. İşte budur. Sonu olduğu gibi kalmalıdır.
Aslan:
Fakat şu
noktaya dikkatinizi çekerim. Hadi diyelim tüm mübarek kuralları bir kenara
koyalım bir an. Kız geçmişe dönse, babasına aşık olsa ve tekrar geleceğe dönse
kendini doğuracağı sadece çok küçük bir olasılık. Herhangi bir bebek de
doğabilir.
Ya da
erkek kahramanımız geçmişe döndü ve bir aksilik sonucu annesi olacak kızın
öldüğünü gördü, e ne olacak o zaman, hemen orada buhar mı olacak kahramanımız? Ya
da hemen zamanına geri döndü, kime anne diyecek, ya da otomatik olarak başka
bir kadından mı doğmuş olacak? Görüyorsunuz netameli konular bunlar. Geçmişte
yapılan herhangi bir eylem, tarihi değiştirebilir doğal olarak.
Neyse
gelecekte, bu konunun üzerinde duracağız yine. Belki ben de daha modern düşünme
yetimi geliştirebilirim.
Diğer
görüş sahipleri, ne dersiniz, okuyucu hazır mı böyle kurgulara?
Banu:
Ha şimdi
“okuyucu hazır mı” dersen durum değişir. Ben kendi içimizde bakış açısının
nasıl olması gerektiğini tartışıyorum çünkü biz çok akıllıyız, zekiyiz,
şahaneyiz, bunu tartışabiliriz. Ama herkes bizim gibi değil ki. Bunun kökenleri
oldukça eskidir biliyorsunuz, sanat sanat için midir yoksa sanat halk için
midir? Bu tartışmanın kendisi de entellektüel düzeyde yapıldığı için halkın
bunlardan hiç haberi olmamıştır, zaten olsaydı umursar mıydı bilmem. Halk bir
şeyi sever ya da sevmez, polemiğe girmez. Bu durumda “okuyucu”nun kim olduğu,
yani hedef kitle önem kazanıyor. Hadi buna karar verelim...
Ben 3-5
sene önce, 2 ayrı adamla aynı gün sex yapıp iki ayrı yumurtası döllenerek, ikiz
olmayan ikiz çocuk doğuran kadının haberini okumuştum gazetede, bak bu da
işlenebilecek bir konu, bu tabi bir macera romanından ziyade ilişkiler,
algılamalar, duygular üstüne bir roman olurdu ama ilginç, di mi?
Barış:
Güzelim
onu da sen yaz 1 zahmet. Biri 2-3 ay sonra hazır olabilecek, öbürü çok kaba
taslak 2 roman var zaten elimizde.
29 Temmuz 2009
Tatil maceramızı okuyan Sibel arkadaşım “…öldürdün beni
gülmekten… sadece, mayo şortun paçaya sıkıştırma olayını kavrayamadım. En kısa
zamanda görsel bir açıklama rica ediyorum. Tabii bi de neden denize girmediğini
heç anlamadım…” diye yazmış.
Banu:
E benim güneş
alerjim var ya, daha doğrusu güneş ayrı alerji yapıyor deniz suyu ayrı. Yani deniz
suyuna da alerjim var, çok vahim bir şey olmuyor, beyaz beyaz kabarıyorum ama,
şansımı zorlayacak kadar denize düşkünlüğüm yoktur zaten.
Ayrıca
çayıra çimene, yabani otlara, polenlere, kedi-köpek tüyüne, ev akarlarına
“yüksek derecede” alerjim var. Ondan için özellikle yazın habire hapşırıyorum
ama böyle yaşamaya alıştım.
Ayrıca
lipton harmanına (siyah çay veya earl grey), novaljin’e, incidal’e ve sanırım
bazı parfümler (bunu henüz keşfedemedim, bir tanesi etkiliyor ama hangisi) ile
deterjanlara da alerjim var. Bunların her birinin vücudumdaki (diri olan)
etkisi de farklı oluyor, kimi yüzümü şişiriyor, kimi belimdeki belli bir
bölgeyi kabartıyor, kimi hapşırtıyor, kimi fısır fısır kabartıyor, kimi iri
beyazlıklar olarak kabartıyor, kimi kaşındırıyor, kimi sadece görüntüyü
bozuyor, öööle yani.
Böyle
arka arkaya yazınca kabus gibi görünüyor ama o kadar da kötü değil, insan böyle
de yaşıyor.
Sibel:
Diri
derken bu vücudu mu kastediyorsun? :))
Banu:
Herşeye
rağmen ayaktayım, di mi?
30 Temmuz 2009
Barış:
Günaydıns,
bugün Şirkete girişim için gerekli işlemleri yapabilir misin?
Teşekkürler.
Banu:
Ay senin
kibarlığını yiyim. Tabi ki yaparım, neddemek, köpeen olur. Hatta yaptım bile...
Başka bişi???
Barış:
Süpersin
be Güzin ablam. Gözünün yağını yiyim.
Banu: (Millete haber veriyorum)
Öğlen Barış
geliyor, ben giriş işlemlerini yaptım.
Aslan:
O bizim
kardeşimiz. Şirket’in de görüp göreceği en büyük beyinlerden biri. Ama nedense
ülkem gibi, şirketim de katlanamıyor, akıllı, onu geliştirecek evlatlarına.
Demek ki böyle yürüyor bu işler. Bize de çok zengin olup, döner koltukta
pencereden dışına bakarken, birden geri dönmek kalıyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder