22 Ekim 2009
Elçin:
Kıslarrrr,
Ben cuma akşamısı
Ankara'ya intikal ediyorum ve dolayısıyla cumartesi sabahı kahvaltıya bana
buryun diyorum.
Yiyelim içelim, sohbetin
belini kralım. Haydi yiyin gariii. Beril sabah 09 15 civarı bende olacak. Dost
ve akrabalara duyurulur.
Öpüldünüz
Melis:
Ben size döncem , annem
ve babamı hafta sonu değişiklik oldun diye bize götürme fikrindeydim. Ama
aklımı çelen bi teklifle karşı karşıya kaldım şimdi, napsam ki, azcık düşünmem
lazım!!!
Beril:
Sen şimdi anneni babanı
yine size götür, kıyamam ben onlara, ama cumartesi öğleden sonra götür, olma
mı???
Melis:
Di mi öyle yapıyım,
saol Beril’cim hem kendime, hem onlara faydalı bir gün olur..
Beril:
Hah! Ben de öyle
dicektim şekercim. O zaman erik reçeli getireyim mi, yoksa var mıydı? Kayısı
marmelatı da getirebilirim. Aslında ben emekli olup reçel, marmelat olayına
girsem diyorum…
Eda:
Selamlar,
Ben bu akşam İstanbul’a
gideceğim, yarın akşam geri geleceğim ve cumartesi sabahı uçaklan yine İstanbul’a
gideceğim. Lütfen nedenini kimse sormasın. Oğlaktır deyin geçin. Üzgünüm
katılamayacağım yanııı
Sevgiler, afiyet olsun
Banu:
Ben gelemem, sabah
11:00’de dişçide randevum var, ona yetişmek için zaten 09:30’da falan kalkmam
lazım, daha da zabaan köründe kalkamıcim. Hem sen niye bu hafta sonu geliyosun
ki? Bak öbür hafta sonu bana (raklete) “geçen hafta geldim, bu hafta sonu
gelemiyorum” ayaa yaparsan seni parça pinçik yaparım. Bi araz çıkmasın diye 1
ay önceden ayarlama yaptık burda, valla paralarım ona göre...
Beril:
Banu hanımısının
sanırım muayyen günü... Yani kibar bir davete böyle mi karşılık verilir töbe
töbe… Bi de döv bari kızı, gelmezsen gelme, hepsini biz yeriz…
Melis:
Biraz saldırgan bi
tavır gördüm ben de kendisinde, yani napıp edip gidilecek raklete ona göre ayanızı
şimdiden denk alın…
Banu:
Neden ayol, ne dedim
ki? Önce gelemeyeceğimi güzelce açıkladım, soyna da neden bu hafta sonu
geldiğini sordum, çünkü 2 hafta önce bendeki raklet olayını konuşurkene kadın,
“o zaman 2 hafta sonra gelemem, 2 hafta üst üste olmuş olur, izin alamam, artık
3 hafta sıkacam dişimi” demedi mi? Ben de ona istinaden, bu gelişinin öbür
gelişini etkilemediğinden emin olmak istedim. İstemese miydim? Ne baarıyon ki
barnak kadar çocua...
Elçin:
Banu Plensesimmmm,
Sen şu kitapları
okumasan artık, eskisi gibim Alacakaranlık, Ahmet Ümit neyin okusan lütfen
yanııı.
Banu:
Ha yani gelmicen
galiba? N’olur sanki “Banucum üzülme sen, ben öbür hafta da gelecem” desen?
Elçin:
Bende raklet kaçıracak
göz var mı beeee tehhh. Dabi ki gelicem. Ben hani gerçek hayata dönmen
açısından dediydim di. Demez olaydım dı.
Banu:
Ayrıca,
“Alacakaranlık”ın Ahmet Ümit’in romanlarıyla ne ilgisi var lan? Biri aşk
romanı, biri polisiye ağırlıklı çalışıyor...
Elçin:
Canım hani vıcık vıcık
aşk romanı olmasın babındaa. Ay bi şey de söylenmiyooo.
Banu:
Tamam, merak etmeyin,
bu geçici bi durum, zaten şimdi Irvin Yalom’un (Nietsche Ağladığında’nın
yazarı) “Divan”ını okuyorum, sonra da Samuel Noah Kramer’in “Sümerler”ini
okuyacağım. Sonra araya bi fantastik-macera romanı koyacağım. 2 düz bi ters
olayı. Anlaşılacağı üzere bundan sonra okuyacağım 8 kitabı planlamış
bulunmaktayım. Böylece yavaş yavaş normale döneceğimi düşünüyorum.
23 Ekim 2009
Bir
gazete yazısının yazarına bir şeyler yazma gereği duymuştum. Pek yaptığım bir
şey değildir ama...
Banu:
… Bey,
Genel olarak
yazdıklarınıza (dolayısıyla fikirlerinize) katılmakla beraber dünkü yazınızın
sonundaki cümle için farklı bir görüşüm var; “Çocuk yalan değil de doğruyu
söylediğinde hem ceza almayacağını hem de aile ile güven ve dürüstlük üzerine
bir ilişki kuracağını bilmesi gerekiyor” demişiniz.
Bence çocuk, ceza alsa
da almasa da doğruyu söylemesi gerektiğini bilmeli, yani yaptıklarının
sonuçları ile yüzleşebilmeli. Çocuk, her ne yaparsa yapsın ailesinin “ailesi” olduğunu,
kendisinin, her zaman iyi ve doğru şeyler yaptığı için değil, sevilmeye değer
olduğu için sevildiğini bilmesi gerek. Sadece kötü insanların hata yaptığı, iyi
insanların ise hiç hata yapmadan ömürlerini geçirdikleri gibi bir görüş
oluşturmalarına izin vermemeliyiz. Yani hata yapmalarına izin vermeliyiz ki
doğruyu bulsunlar, her hareketin bir sonucu olduğunu idrak etsinler. Bence
olması gereken, ceza almayacağı için değil ceza alacağını bile bile gerçeği
söyleyebilmeleridir. Burada önemli olan, olayı (olay her ne ise, büyük ya da
küçük) bağırıp çağırarak, ya da daha da kötüsü şiddete dökerek travmatik
boyutlara taşımamaktır. Çocuğun ceza alacağını bile bile doğruyu söylemesinin
ödülü bu olmalıdır. Biraz uç bir örnek olacak ama, nasıl ki bir katil suçunu
itiraf ettiğinde külliyen affedilmesi söz konusu değilse, çocuk da itiraf
etmenin onu cezadan kurtaracağını düşünmemelidir. Yaptığını idrak ederse zaten
cezayı hakettiğine de inanacağından cezasını çekmek ona çok da zor
gelmeyecektir ancak, tabi ki ceza da hafifletilebilir. Cezasını çocuğa
söylerken, cümlenin başına eklenecek “gelip gerçeği söylemekle çok doğru bir
şey yaptın, seninle gurur duyuyoruz...” gibi bir kaç sözcüğün bile çok etkili
olacağını düşünüyorum. Ayrıca, bence kaçırılmaması gereken bir nokta daha var:
Ceza ceza olmalıdır, intikam aracı değil. Yani çocuk babasının arabasını
çaldıysa çocuğa ceza verirken babanın içinden geçen düşünce şu olmalıdır “bunun
yanlış ve daha da kötüsü tehlikeli bir şey olduğunu ona anlatmalıyım”, yoksa
“şunu öyle bir ceza vereyim ki BENİM arabamı çalmak neymiş görsün” değil. Zaten
çocuk, endişe duyulan konunun kendi iyiliği, sağlığı ve güvenliği değil de
anne-babanın onuru, gururu (benim çocuğum bunu nasıl yapar), prestiji (elalem
ne der) ya da malı (arabam) olduğunu anladığı an verilen cezanın hiç bir önemi
kalmayacağını düşünüyorum.
Bu konu üstüne yazılmış
yüzlerce kitap, üretilmiş binlerce fikir varken ben daha fazla ahkam
kesmeyeyim.
İyi çalışmalar
26 Ekim 2009
Banu:
Edi, n’aber? N’aapıyon?
Biz iyiyim şekoş. Bugün sizin (yani kocanlan senin) yasal olarak şaapma izni
aldığınız gün ya, bi ufaktan kutlayım didim.
Aha da kutluyorum:
Evlilik yıldönümünüz kutlu osssuuuun...
İkinizi de öpüyorum
(ama daha çok seni öpüyorum tabi ki, benim arkadaşım sensin, kocan eş
durumundan nemalanıyo)
Eda:
Teşekkürler şekoş.
Banu:
Ay ruhsuz kadınnn… Bişi
diil şekerim, görevimiz.
02 Kasım 2009
Aslan
ameliyat olmuştu. Narkozdan ayılması biraz zor olmuş, bizi korkutmuştu. Eve
çıktı, hafta sonu ona uğrayacaktık ama Ege ateşlendiği için gidemedik.
Aslan:
Ateş düştü mü? İşte
misin, evde misin? Yoksa bir rüyada
mısın?
Banu:
Ay valla Aslan, sahiden
rüyada (daha doğrusu kabusta) gibiyim. Bütün hafta sonu, ctsi sabah ateşler
içinde uyanan Ege ile uğraştık. Ateşi düşmedi. İlaç ver, 1 saat bekle, ateşi
düşmezse etken maddesi farklı bir ilaç daha ver, bekle, gene düşmezse duşa sok
çıkar, bu arada bir şeyler yedirmeye çalış, sürekli sıvı takviyesi yap, tekrar
ateş ölç, 38, hep 38, sürekli 38, demek bıraksak 40’ı falan bulacaktı. Dün
akşam bir ara 37.5’u görünce nihayet rahat bir nefes aldık. Ben bugün işe
geldim, evden çıkmadan baktım, iyiydi, gece de ilaç vermedik, sabah uyandığında
37.7 imiş. İyi yani, ilaçsız 37.7 ise demek ki artık düzelme yoluna girdi diye
düşündüm, netekim hakketten bugün daha iyi. Esin’le konuştuk, hiç doktora falan
gitmeyin, domuz gribi bile olsa farklı bir şey yapmıyorlar, eve yolluyorlar,
dedi, zaten ateş 5 gün sürmemişse hiç bakmıyorlarmış bile. Ayrıca grip viral
bir şey biliyorsun, ilaç falan kar etmiyor ama vücut zayıf düştüğünden
bakteriyel bir hastalığa (çoğunlukla da pnömaniye) çeviriyormuş, bunu
engellemek için bir ilaç verelim dedik, yani gene bir antibiyotik veriyoruz ama
grip için değil, başka bir şeye dönüşmesin diye.
İşte böyle, bugün biraz
toparlarsa yarın da okula yollamayız, öbür güne artık iyileşmiş olur herhalde
diye düşünüyorum. Dün akşam da Deniz “yaa, benim de boğazım biraz yanıyor”
demez mi? Bir an kendi kendime dedim ki “acaba öldürsem nefsi müdafaya girer
mi? Neticede kendimi koruyor sayılırım”, yapmadım tabi, bugün Ege’nin yanında
kalacak birine ihtiyaç vardı.
İşte
böyle, bugün biraz toparlarsa yarın da okula yollamayız, öbür güne artık
iyileşmiş olur herhalde diye düşünüyorum, umuyorum, istiyorum, çok istiyorum.
Sen,
yavaş da olsa, iyileşmeye devam ediyorsun, di mi?
Aslan:
Daha
iyiyim, çarşamba kontrol var. Zor işmiş, ağrılarım ancak azaldı. Ege’ye bol bol
da c vitamini, hatta ester-c vitamin hapı verin. Sen de al, kendine dikkat et.
Bir tane olduğunu sakın unutma. (4 tane değilsin, aman gitti güzel
komplimanım.)
03 Kasım 2009
Barış:
Banu selam, Şirket’in
son organizasyon şemasını gönderebilir misin?
Teşekkürler.
Banu:
Barış selam, Şirketin
son organizasyon şeması ektedir.
Bir şey değil.
(Barış’cığım, benden
işle ilgili bir şey isterken büründüğün bu resmi havaya bayılıyorum ama aynı
şekilde cevap vermek beni sarsıyor valla, içimden “ne o cicim, solundan mı
kalktın bu gün, ne bu havalar, almayım paçanı aşaa” demek gelirken yazdığım
şeylere bak, kendine acımıyorsan bana acı)
Barış:
Aceleyle yazdık herıld.
Sen de hemen şey yapmışsın... Neydi o hani mesajda yaptığına bir ad verilirdi
ya ondan yapmışsın. Neyse...
Bu arada senden 1 süre
yanıt gelmeyince aynı meyili Güneş'e de göndermiştim. Olur a belki izinlisindir
veya bazen bizim meyil sörvırı spam yapıyorlar sizin oraya hiç meyil gitmiyor. Ona
(Güneş'e) der misin ihtiyacı kalmamış diye. Ayrıca belki senin kadar şey yapmaz
ama yine de falan filan. Neydi lan o kelime.. hay...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder